"Kediler, evi gibi hissetiği yerden zorunlu olmadıkça ayrılmazlar."
Mutfak masasının başında, elinde en acısından bir kahveyle dikiliyordu çünkü tek yapabileceği şey buydu şu sıralar.Bir işi yoktu ve iş bulamıyordu. Daha aksisi, ev sahibi takıntılı gibi sürekli rahatsız ediyordu kira ile ilgili. Ne kadar daha oyalayabileceğini de bilmiyordu, kıyafetleriyle kapı dışarı edilmesi çok yakındı.
Elindeki bardağı lavaboya bırakıp kendini sandalyeye attı, on saatten fazla uyumasına rağmen hâlâ yorgun hissediyordu. Kollarını masaya yaslayıp çenesini kollarına yasladı. Önündeki vazoda, sabah su koyduktan sonra güzelce yerleştirdiği mavi irisle bakıştı. Parmak uçlarıyla aldığı günden daha açık renkli gözüken yaprakları hafifçe okşadı, derin bir nefes alarak dolan gözlerini yumdu.
"Keşke şu dünyadaki yaşamım bitse artık, daha fazla ilerleyemeyecek gibi hissediyorum."
Verdiği nefesin arasında mırıldandığı kelimelerle, açtığı gözlerinin önündeki çiçeğin etrafında mavi bir ışığın gezdiğini sandı. Işık zayıftı, sanki hologrammış gibi aynı renkteki yaprakların etrafında dolaşıp sönmüştü; büyük ihtimal yorgun beyni ona uyku vaktinin geldiğini belirtmek için oyun oynamak istemişti.
Sinirli bir gülüş bırakıp başını çevirdi, gözlerini kapatıp oturduğu sandalyeue daha çok sindi. Her şeyin icabına yarın bakabilirdi.
---
Bir insanın bu kadar şanssız olması mümkün olmamalıydı.
Bir zamanlar oturduğu evin kapısının önünde, mermerden yapılmış merdivenlerde sırtındaki çantası ve elindeki su dolu vazosuyla birlikte dikilirken düşündüğü şey buydu.
Yaşlı adamın ona merhamet göstermesini beklemek başlı başına bir hataydı, saat on ikiyi vurduğu saniyede vicdansız adamın attığı tehdit mesajlarıyla apar topar çıkmıştı evden. Bu kadar sefalet bir haldeyken birazdan balkabağına dönüşecek gibi hissetmesi de cabasıydı.
Apartmandan çıkıp yıllardır yaşamasına rağmen ilk defa görüyormuş gibi hissettiği sokaklarda dolaşmaya başladı. Kendini çalışmaya adamış olması ilk defa kendini rahatsız hissettiriyordu, gençliğinin en güzel yıllarını yaşayamamış olması ve farkındalığın böyle bir konumda gelmiş olması sinirlerini bozuyordu.
En sonunda bir parkın önünde durduğunda, sırayla dizilmiş bankların bir tanesine kendini attı. Saat daha gecenin ikisiyken kaydırağın içinde uyuyakalmış sarhoş bir adam ve birkaç bank ötesinde keyifle yatan bir kedi dışında etrafta kimsecikler yoktu, sırt çantasını ve vazoya yere bırakıp banka uzanmakta bir sakınca görmüyordu o yüzden.
Jongin, yattığı bankın üzerinde, şehrin mide bulandırıcı kirliliği yüzünden neredeyse hiç gözükmeyen yıldızlarla bakışırken daha fazla gözyaşlarını tutmak istemiyordu; birkaç metre ötesindeki kediyle konuşuyormuş gibi davranırken ağlamaktan kaçınmadı.
"Biliyor musun? Artık ne gidecek bir yerim ne de ait olduğum bir yer yok, ne yapacağımı bile bilmiyorum.
Gözyaşları arasından sarfettiği cümleler, ilk defa duyulmuş ve sonunda elinden tutulmuştu.
Sokak lambalarının bile aydınlatmaya zorlandığı sokak parkında ışıldayan büyük ve mavi ışık topu, Jongin'in yardım ışığıydı.
Bu andan sonra o mavi ışığın ardında Dünya'ya ait olmayan hiçbir şey kalmamıştı. Korkudan banktan düşüp kaçan bir kedi ve kaydırağın tepesinde delirdiğini zanneden sarhoş bir adam hariç.
———
Yeni bölüm, yeni bölüm!
Yine kısa bir bölüm.
Çünkü Jongin bu iki bölümdür Dünya'da bulunduğu için tanrısal bakış açısı olarak yazmanın daha iyi olduğunu düşündüm, bu şekilde olunca pek detaylı yazamıyorum.Jongin artık Atlantis'te, bundan sonrasını onun bakış açısından okuyacağız!
Hatalarım varsa affola, sonraki bölümde görüşürüz!
ŞİMDİ OKUDUĞUN
daphne // Sekai
Fantasíaİki yokmuş üç kaçmış; küçük bir su perisi varmış ve adı... Jongin imiş.