𖣔Uzun zaman sonra yeni bölümle geldim. Umarım beğenirsiniz. Yorum yapmayı ve bölümü oylamayı unutmayın lütfen.
Hoş okumalar!𖣔☯︎︎ ☯︎︎ ☯︎︎ ☯︎︎ ☯︎
Sarsıntı dolu bir gemi. Durmadan düşüren, nefessiz bırakan dalgalar. Ve her şeye rağmen ayakta durmaya çalışan bir kaptan. Kaptan ilk kendisini mi düşünürdü yoksa sahip olduğu gemiyi mi? Bence hep gemiyi düşünürdü. Çünkü bir kaptanı, kaptan yapan onun gemisiydi. Gemi olmadan kaptan bir hiçti. Geminin sarsıntısını ilk önce kaptan hissederdi. Herkesten çok kapatan sarsılırdı. En çok o düşerdi, o yaralanırdı, o endişelenirdi. Herkes kendi canını, kaptan gemisini düşünürdü. Geminin batacağını bilseydi; kendisi de onunla batmaya razı olurdu. En başından beri razıydı buna.
Dalgalar gittikçe büyümeye ve gölge yaratmaya başlamıştı. Bir tarafta korsanlar etrafı kaplıyor, diğer tarafta dalgalar gemiyi ve kaptanı batırmaya çalışıyordu. Fakat ihtimallerin arasında unutulan bir şey daha vardı. Kış, kar, soğuk, buz, sis, kaza...
Buz soğuktu. Donduruyordu. Kimi zaman dalgaları sert buz parçalarına çeviriyor, soğuk duruşuyla kaptana meydan okuyordu. Dalgalar donar, düşman güç savaşına girerdi. Kaptan hep o büyük buz dağlarından uzak durmaya çalışırdı. Ama uzaklaştıkça kış gelir, hissettirirdi kendisinin varlığını.
Ben kar sevmezdim. Soğuk hava hiç sevmez, aksine nefret ederdim. Bu hep böyleydi.
Her taraf soğuk. Her taraf nefret.
Telefon titreyen ellerimden yere kayıp düşmüştü. Kafamın içi binlerce zehirli düşüncelerle dolup taşıyordu. Zehir taşarak kalbimi bulandırıyor, tehlikeli savaşın başlangıcını fitilliyordu. Ellerimi iki yanıma yasladım. Sanki kollarımda yere doğru ağır prangalar saplanmıştı. Tutsak bir acı her tarafta varlığını belli ediyordu.
Küçük kız çoçuğu kaybolmuştu. Ama sinsi kadınsa bir mahkum gibi elinde prangalarla yerde sürünerek ayağa kalkmaya çalışıyordu.
Payzen. Küçükken babamın okuduğu kitapların birinde zihnime izinsizce yer edinmiş bir kelime; Tutsak demekti. Hiçbir zaman unutmadım o kelimeyi, aksine yaşattım. Yaşadım. Ruhumdaki çığlıklar kollarımı saran prangalardı. Farsça olan bu kelime, beni ne kadar güzel tarif ediyordu. Tutsak biri, ayağına pranga vurulmuş kimse... Aynı zamanda bazı kaynaklarda ise deniz esiri olarak bilinmekteydi.
Alev İsen, en başında suçsuz ama hep saklı prangalara mahkum kalan biri olmuştu.
Elim göğsümün üzerinde baskı yapıyordu. Nefes almaya çalıştım. Gözlerim çoktan kapanmıştı. "Aptal kafam!" diye mırıldandım kendi kendime. Düzensiz nefeslerimi hemen sakinleştirmeliydim. İçeride insanlar vardı. Neyi gözden kaçırmıştım? Hiçbir şeyi. Özenle istenileni bulmaya adım adım yürüyordum. Bana bunu hangi hakla yapardılar? Kardeşime, benim kardeşime.
Kafam karışık, her şey dönüyor.
Dakikalar sonra kapımın yavaşça aralandığını ve aynı şekilde kapandığını duydum. "Alev?" Duyulan fısıltıya yanıt vermek dünyanın en yorucu eğlemiymiş gibi geliyordu. Gözlerimi açmadım. Nefret ediyordum herkesten ve her şeyden. Adımlar yaklaştıkça yaklaştı. Tam önümde Yamaç'ın varlığını hissedebiliyordum. Kısa bir sessizlikten sonra elleri, ellerimin üzerinde yer edindi.
"Bana bak," Anladığım kadarıyla dizinin üzerine çökmüştü. Herhalde eşit boylardaydık. "Noldu? Niye bu haldesin? Alev?!?" Kalbimin hızı asla yavaşlamıyordu. "Aç gözlerini bir... Sorunu anlat, halledeyim. Yardım edeyim ha?" Parmakları yavaşça elimi okşuyordu. Sakin ritmik dokunuşlara sahipti. "Noldu?" Sesindeki endişe barizdi. Ne halde gözüküyordum kim bilir.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Payzen
Teen Fiction"Bu işi başarabileceğinden emin misin? Onları tanımıyorsun..." Kafamı yanımda oturmuş soğuktan ellerini birbirine sürterek ovuşturan adama çevirdim. Benden zekiydi belki de ama benden bir o kadar da korkaktı. Bakışlarımı ondan çekip, cinayet mahalle...