Bölüm şarkısı: Yaşar Kurt-Ruhum
Gözlerime vuran ışıkla yavaş yavaş ayılmaya başlamıştım. Üstüne yattığım için sağ kolum biraz uyuşmuş ve başımda daha çok kaymıştı boynunun boşluğuna. Gözlerimi bir kaç kez kırpıştırdım bulanık görüntünün gitmesini sağlamak için. Sonraysa yavaşça ona döndüm. Saçları dağılmış dudaklarıysa aralık şekilde tıpkı bir bebeği andırıyordu. O an hiçbir şey düşünmeden olabildiğince yavaş bir şekilde sol elimi kaldırdım ve dağınık tutamlarına bıraktım. Öylesine huzur duyuyor, seviniyordum ki sonsuz olsun istedim o an. Hep bu anda kalalım istedim. Dağınık kahverengi tutamları her okşayışımda ferahlatıcı şampuanının kokusuyla karışmış hafif sigara ve parfümünün çok ağır olmayan baharat kokusu geliyordu burnuma. Jeon Jungkook haberi dahi olmadan kutsuyordu beni Tanrı'nın herhangi bir sabahında. Yüzündeki mimiklerin yavaşça değişmesiyle ellerimi çektim hemen saçlarından. Gözlerimi ona dikmiş harelerini bana göstermesini bekliyordum. Oysa yine beni şaşırtacak bir şey yaparak geri çektiğim elimi tutarak tekrar tutamlarına götürmüştü.
"Neden bıraktın?"
"Ben..rahatsız olduğunu düşünmüştüm."
Bir süre uykulu gözleriyle baktı gözlerime. Bana sabahın erken saatlerinde o güzel gülüşünü gösterdi ve sonra yanımdan kalktı. Aynı şekilde bende kalkmak için yeltendiğimde üstüme örttüğü battaniyeyi gördüm. Benim gibi bir adamı neden böylesine önemsiyorsun Jeon?"Aç mısın bakalım?"
Koltukta oturuşumu düzelttim. Baş parmağım ve işaret parmağımla "küçük" işaretini yapıp:
"Birazcık."dedim.
~
Fincanı avuçlarımda biraz daha sıktım sıcaklığıyla ellerimi ısıtmak amacıyla. Kahvaltı etmiş elimizdeki kahvelerle koltukta oturuyorduk. İkimizde yine bir şey yapmıyorduk. Hava biraz kapalıydı düne göre. Fikrimce yağmur yağacaktı. Elindeki fincanı oldukça yavaş bir şekilde dudaklarına götürdü. Kafasını kaldırınca yansıyan ışıkla yanağında ki küçük izi fark ettim. Tanrımın bir öpücüğü gibiydi yarası. Onu bile güzel gösteren güzel bir yüzü vardı Jeon Jungkook'un. Ne yazık ki o bilemeyecekti gözümde bu denli güzel olduğunu. Ona baktığımı anlamıştı fakat bakışlarımızı birleştirmemekte kararlıydı. Bu yüzümde çok belli olmayan bi' gülümsemenin oluşmasına neden oldu. Telefonuma gelen mesajla gözlerimi zor da olsa çekmek zorunda kaldım yüzünden. Başımı çevirdiğim anda bana dönen bakışlarını fark etmemiş değildim. Mesajı atan kişiyi görene kadar her şey iyi gidiyordu.-
Bay Daejung:
Bugün malikaneye gel V.Taehyung:
Peki efendim.-
Öylesine isteksizdi ki parmaklarım bunu yazmaya. O, yanımda hiçbir şeyden haberi olmayan küçük bir çocuk gibi oturuyordu. Bense belki de onu ne zaman öldüreceğimi öğrenmeye gidiyordum bilmiyorum ki."Tae,"
Sustu bir süre. Gözlerimi ona çevirdiğimde devam etti sözleri.
"Bir sorun mu var?""Hayır"
Başımı olumsuz anlamda salladım.
"Hayır, önemli bir şey yok.""Bana yalan söylemeye çalışma, gözlerin öyle demiyor."
Önümdeki güzel yüzün biraz biraz bulanıklaşmasıyla fark ettim gözlerimin dolduğunu. "Bana yalan söyleme. Çünkü bunu anlarım."Öylesine merhametle çıkıyordu ki sözler dudaklarından, tek başına hiçbir anlamı olmayan her kelime dudaklarından dökülürken değerleniyor, süsleniyorlardı sanki sesiyle. Seni istiyorum diye geçirdim içimden, beni sevdiğini söylemeni istiyorum. Gözlerimde ki her şeyi anlardı çünkü o. Bunları da anlar diye düşündüm. Yavaşça yaklaştım ve boynuna gömdüm yüzümü. Dünyanın kirlerinden saklanmak için Tanrı katında kirli olan bu adama sığınmıştım sanki. Kokusunu her içime çekişimde ciğerlerim yanıyor ve gözlerimden akan yaşlar artıyordu. Ellerinden birisini belime koydu. Diğeri ise saçlarımın arasındaydı. Annem gibiydi saçlarımı okşayışı. Öylesine derin ,öylesine narindi ki daha çok ağlamak istedim onun uğruna. Kucağında, elleri arasında titreyen bedenim her defasında daha da küçülüyordu. Öyleydi ki öldürmem gereken bu adam yaralarımı sarmıştı. İlacım olmuştu ben ona zehir olmuşken. Nefret ettim kendimden bir kez daha. O beni bu kadar masum severken ona aşık olduğum için, onu öldürmem gerektiği için nefret ettim kendimden. Hala yanında kalmaya yüzüm var mıydı? Hala nasıl oluyorda ona ağladığım halde onun kucağında akıyordu gözyaşlarım. Arkama bakmadan gitmek istedim. Kaçmak istedim ilacımdan iyileştiremesin beni diye.
"Ben-benim gitmem gerek."
"Taehyung, iyi değilsin. Seni böyle bırakmam hiçbir yere."
"Bu önemli Jungkook. Lütfen."
Anlayışlı bi' ifade belirdi gözlerinde. Duvardaki askıdan arabanın anahtarlarını aldı ve kapıyı açarak gelmemi bekledi. Fakat gözlerime bir an olsun bakmadı. Yere dikti kahvelerini. Yanına gittiğimde tek bir kelime etmedi. Kapıyı kilitledi ve önden arabanın olduğu tarafa yürüdü. Arabayı çalıştırana kadar konuşmadı. "Seni nereye bırakmamı istiyorsun?"
"Şehir merkezine bırakman yeterli."
Hala algılamak istemiyordum şuan yaşadıklarımı. Bu nasıl bir saçmalık Tanrım böyle. Arabada yol boyunca tek bir laf etmedik. İlk defa onun yanında böylesine soğuk hissetmiştim.~
"Acıkmış mı benim güzel oğlum?". Yeontan'ın mamasını kabına döktükten sonra kendimi salondaki koltuğa atmam saniyeler içerisinde gerçekleşti. Gözlerimi tavana diktim ve bugün yüzüme baka baka söylediklerini içimden tekrar geçirdim:
"Babasını öldürdüğüm gibi o küçük veledide öldüreceğim. Bu dünyada Jeon soyundan kimse kalmayacak!"Sonra biraz daha gerilere gitti aklım. "Jeon'la biraz daha oynayalım. O da tıpkı babası gibi safın tekine benziyor."
O an içimde kopan fırtınalara hakim olmak düşündüğümden de zor olmuştu. O adamın acı çektiğini görmeyi o kadar istiyordum ki bir an olsun onun gibi hırstan gözüm döner diye korkmadan edemedim. Kötü bir şeydi bu bana göre. "Hırs" diye sesli bir şekilde söyledim bu sefer. İnsanı kör eden bir şeydi bu. Yeontan yanıma gelmiş, boyu yetmediği için koltuğun üzerine çıkamamıştı. Onu ellerimle aldım ve biraz havada tutarak aklıma gelen küçük fikri Yeontan'la paylaştım. "Belki Jungkook'u kendime aşık edersem her şeyi ona açıklayıp buradan kaçmamızı sağlayabilirim."
Bu fikir saçma mıydı yoksa gerçekten bunu yapmam doğru olur muydu? Aklımda yıllardır olanı unutturmuştu bu adam bana. Hayata baştan başlamış gibiydim. Onunla mutlu olabilirdim. Ama onu kaybedebilirim de ki bu en büyük ihtimal. Beni onu istediğim şekilde isteyecek midir? Kalbimi irdelermiş gibi eskileri düşünmek istedim. Hastahanede staj dönemim, heyecanlıyım ve korkuyorum. Daha cahilim hayata atılmaya çalışıyorum. Sonra onu gördüğüm an... Arkadan küçük bir tokayla kıstırdığı düz kahverengi saçları, yanaklarının pembeliği, gülünce gözlerinin altında oluşan ince çizgiler, beyaz teni, narin ince parmakları...Her haliyle sevdim. Belki de ilk aşkımdı, o yüzden unutamadım. Belki de çok sevdim ya da yıllar sonra ilk defa sevildiğimi hissettim. Çok küçüktüm henüz aşk mıdır yoksa çok büyük bir sevgi midir bilemiyorum fakat çok sevdim işte. Sonra o gün bir anda o çok sevdiğim kalbinin durması. Uğraştım...O kadar çabaladım ki onu döndürmek için, gözyaşlarımın akmasına bile izin vermemişim o an. Ama o bıraktı beni. Annem gibi, babam gibi, eski çiçekli evimiz gibi o da gitti. Sonra bıraktım bende. İstemedim doktorluğu çünkü o da bana sevdiğim birisini kaybettirdi.
Toparlayamadım kendimi günlerce, aylarca... 2 yıllık hasretimi tek bir gülümsemeyle bitiren de Jungkook oldu. Ve şimdi benden bu adamı öldürmem bekleniyor. Onunla daha güzel şekilde ,daha iyi şartlar altında tanışabilirdik. Belki de beni sevebilirdi. Ama hayat ne zaman yüzüme güldü ki bunda sevindirecek?
Bu bölüm nedense hiç içime sinmedi. Başladığımdan beri devamını zor getirdiğim bölümlerden birisiydi bu yüzden daha da uzatmadan burada bırakmak istedim. Umarım beğenmişsinizdir.♡
