#32#

332 32 309
                                    

"Adrien, toparlan hadi. Gidiyoruz tatlım."

Adrien gözlerini yavaşça açtığında annesi başında dikilmiş sabırsızlıkla onu bekliyordu. Hızla doğruldu ve şaşkınlıktan kocaman açılan gözleriyle konuştu.

"Anne?"

Kadın gencin sarı saçlarını karıştırdı eliyle.

"Koca adam oldun ama hâlâ mızmız küçük bir çocuk gibisin. Kalk hadi."

Adrien gülümseyen yüzüne ve hâlâ saçlarından çekmediği eline alışmak ister gibi durup bekledi. "Sen... nasıl?" diye mırıldandı çaresizce. Ağlamak istiyordu. Annesinin hep burada olduğunu biliyordu. Ve şimdi o gelmişti işte, yanındaydı.

"Gidiyoruz Adrien, hazırlanman lazım."

"N-nereye?"

Emilie güldü.

"Terk ediyorum bu evi, unuttun mu?"

"Babam nerede?"

"Artık kurtuluyorum buradan. Özgürüm sonunda, inanabiliyor musun?"

Adrien kadının mutlulukla parlayan gözlerini hayranlıkla izledi. Özlediği yeşil tonu buydu. Ormanlardaki o muazzam dengeyi, bitkilerin doğaya can verişini, yenilenmeyi, yaşatmayı, yaşamı temsilen eden yeşilin o tonu buydu işte. Fakat birden bir soru belirdi aklında.

"Neden gidiyoruz?"

"Çünkü bu zulme katlanmak için bir sebebim yok artık. Sen öldün."

Genç adam karnına saplanan keskin ve ani acıyla çığlık attı. O karnına kollarını sarmış acının etkisiyle kıvranıyorken kadın sanki daha da büyümüştü. Boş gözlerle üstten bakıyordu ona. Adrien azalmayan ama varlığına alıştığı acıyla dişlerinin arasından konuştu.

"B-ben... Öldüm mü?"

Acı birden kesildi. Fakat Adrien rahatlamaya fırsat bulamadı. Etraf öyle sessizleşmişti ki nefes almaya korkarak tedirginlikle kaldırdı başını. Gördüğü bir çift gözle çaresizlik ve dehşet içinde mırıldandı.

"Hayır."

Evet, kaybolmuştu. Yaşamı temsil eden o parlak yeşil kaybolmuştu. Yerine donuk, buz gibi bir ton gelmişti. Issız bir ton...

"Hayır, lütfen. Anne!"

"Ne annesi?"

Kadın birden boğazına sarıldı.

"Ne annesi, küçük şeytan! Ne annesi!"

Yeşiller tekrar eski parlaklığına bürünmüştü fakat tehlikeli bir parlaklıktı bu. Ne zaman baksa huzur bulduğu, annesine ait olan yeşil gözler değildi bunlar. Ne zaman baksa günahını gördüğü, ızdırap dolu yeşillerdi. Teyzesine aitti o gözler.

"Annen öldü! Sen değil, annen! Ama sen ölmeliydin! O babanla beraber sen def olup gitmeliydin hayatımızdan!"

Adrien kadının boğazını sıkan ellerine dokunmadı, gittikçe küçülüyordu onların arasında. Sayılı nefesleri azalıyordu. Ama itiraz etmedi. Sakinlikle karşıladı ölümü. Ölecekti ve pişman olmayacaktı. Babası gibi bir canavar olarak yaşayacak ve babasının kavuşamadığı o cezaya kendisi kavuşacaktı. Bedelini o ödeyecek, bu büyük günahı sonunda ortadan kaldıracaktı.

Uyanmadan önce son kez cehennemin aleviyle parlayan yeşil gözlere baktı. Ve uyandığında en az ölen annesinin gözleri kadar soluk olan yeşil gözlerinden yaşlar eksik olmadı Adrien'ın.

Gece ağladı, sabah ağladı, öğlen ağladı, akşam eline yatağının kenarında devrilmiş bekleyen şişelerden alıp içene kadar ağladı. Sarhoş olup bütün bunlar suya damlatılan bir mürekkep gibi zihninde dağılana kadar...

Luka, onu seviyordu.

Adrien'ın hoşuna gittiğini söyledikten sonra bir süre sessizce oturmuştu ikisi. Daha sonra Adrien bu zamana kadar yaptığını yapmış, konuyu değiştirmişti. Luka'nın kalbi kırılmış ama üstelememişti. Şimdiyse Adrien olayın ertesi gününde tıpkı dolaba saklandığı günkü gibi küçülmüş duruyordu yatağın üstünde. Fakat bu kez kendinden kaçıyordu, düşüncelerinden...

Sevmek istiyordu onu, bütün kalbiyle hem de.

Ve yalan yok, Luka onu sevsin istemişti. Ağzından çıkana kadar muhtaç olduğunu bile bilmediği, ona onu sevdiğini anlatan birkaç kelimeyi duymayı çok istemişti. Ve şimdi o kelimeler bir karabasan gibi çökmüştü üzerine. Kimse sevmemeliydi onu, hiç kimse.

Ama Luka seviyordu. Sahi, neden seviyordu?

Tartıştıkları günden beri bir şeyler uyanmıştı Adrien'ın zihninde. Bundan öncesinde de mahkumdu. Bundan öncesinde de yorgundu. Bundan öncesinde de suçlardı. Bundan öncesinde de cezalandırırdı. Fakat Luka ona "Bir suçun yok." dediğinden beri anılar dönüp duruyordu kafasında.

Elindeki şişeye baktı. Çocukken babasının boş içki şişeleriyle oynardı. Küçük, aptal bir çocukken o şişelerin çıkardığı sesler bile güzel geliyordu kulağa. Aptal... Çok aptaldı. Küçük bir çocukken de, şimdi burada, büyümüşken de...

Babasının onu şişelerle oynarken görmesi de kaçınılmazdı elbet. Emindi, annesi yetişmese şişelerden birini kafasında kıracaktı. Belki o zaman kalın kafasına bir şeyler yerleşirdi, oyun oynamanın aptalların işi olduğu gibi...

Küçük veletler oyun oynardı elbet. Ama Adrien alalade bir çocuk değildi. Onun boşa harcayacak vakti yoktu, çocuk olmaya bile vakti yoktu.

Dibine varmış olduğu şişeyi hışımla duvara fırlattı. Kaç kez bunu yapmıştı hatırlamıyordu artık. Kaç şişe parçalara ayrılmış, kaçı Adrien'ın ince derisine batmıştı? Yerden keskin bir parça aldı ve üstünü çıkardı sakince. Dikkatle ve yavaşça sol göğsünün altına dokundurdu soğuk camı. Kaç dakikadır elinde tutmasına rağmen ısınmamıştı cam, gerçi elleri de sıcak değildi ya.

Teninde hissettiği soğukluk cam mıydı yoksa eli mi kestiremiyordu. Olsun, bitsin. Uzun ve derin olmayan bir kesik attı hızlıca. Canı hiç acımamıştı, canı çok yanıyordu.

Umursamaz bir tavırla elindeki parçayı da fırlattı ve geriye yaslandı. Hayatında kimseyi istemiyordu ama o gelmeden önce çoktan Marinette'i almıştı zaten. Ve neredeyse başarmak üzereydi. Farkında olmasa da kaprisleriyle Marinette'den de ayrılacak ve sonunda annesinin sonu olan bu ev ona da kucak açacaktı. Ama yapamadı. Plagg'in ölmesini bekliyordu ama aksi gibi Plagg hiç terk etmiyordu onu.

Hayatının her anını korkarak geçirmişti ama babası bile bir yerlerden çıkmıyordu karşısına.

Neden mutlu olmuştu ki?

Neden Marinette'le dost olmuştu, ona kucak açmasına izin vermişti? Neden Plagg'i bırakamamıştı? Neden yaşamaya devam ediyordu? Bu kadar nefretle hem de... Neden yaşam bütün güzelliklerini yitirmemişti ki? Neden birkaç kırıntı bırakmıştı ellerine?

Luka'yı sevmek istemiyordu, Luka onu sevsin de istemiyordu. En çok Luka için istemiyordu bunu. Adrien gibi bir hayatsızı ne yapabilirdi o?

Güldü kendi kendine. Tastamam bir orospu çocuğu gibi davranmıştı ve Luka bütün bu tantanaya rağmen yine de onu sevmişti. Enayiydi işte, enayiydi ve çok güzeldi. Niye bu kadar güzeldi?

Açtığı kesikten birkaç damla kan daha çıktı isyan edercesine.

Hayır, istemiyordu. Luka onu sevsin istemiyordu. Luka onu sevmemeliydi, bir katili sevmemeliydi.

Pets \ Lukadrien Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin