Daniel Lavoie - Tu vas me détruire
Uğuldayan rüzgâr, eşsiz bir müziğin ezgisi gibi kulaklarıma doluyordu. Uçuşan saçlarım rüzgârda dans ederken serin esintinin tenimi usul usul okşadığını hissediyordum. Önümde uzanan ihtişamlı ağacın dalları şiddetle sallanmaya başladığında yaprakların hışırtısı rüzgârın esintisine karışıyordu. Ruhumu titreten bu kudretli ağaç, tam önümde göğe doğru uzanıyordu.
Ona doğru bir adım attığımda çıplak ayaklarımın altındaki toprak zemin titremeye başladı. Sarsıntıyı umursamadan ilerlemeye devam ettim. Her adımımda sarsıntı biraz daha şiddetleniyordu.
Zeminde derin çatlaklar oluşmaya başladığında artık yürümüyordum. Tüm gücümle koşuyor, nefes dahi almadan ağaca ulaşmaya çalışıyordum. Önümde oluşan derin yarık, ağaçla arama bir set çektiğinde can havliyle duraksadım. Kalbim göğüs kafesimi delip dışarı fırlamak istercesine çarpıyordu.
İçime aniden bir kor düştü. Panikle etrafıma bakınıp ağaca ulaşmanın bir yolunu aradım. Derin yarık, iki yandan sonsuzluğa uzanır gibi önümde duruyordu. Nedenini bilmesem de o ağaca ulaşmam gerektiğini biliyordum. Bunu en küçük hücremde bile hissediyordum.
Bir çıkar yolu arayan bakışlarım etrafta gezinirken vücuduma yayılmaya başlayan ıslaklığı hissettim. Önce karnımda başlayan bu ıslaklık hissi, oradan yavaşça bacaklarıma akıyordu. Başımı eğip üzerime baktığımda gözlerim dehşetle açıldı. Tül gibi bembeyaz bir elbisenin içerisindeydim ve bu elbise yavaş yavaş kan kızılına bulanıyordu. Giderek yayılan kan ayaklarıma ulaştığında boğazımdan feryat gibi bir çığlık yükseldi.
Gözlerim hızla aralandığında yaşadığım dehşetin izleri çoktan göz bebeklerime kazınmıştı. Kaskatı kesilen bedenimde tek bir kası oynatmama bile imkân yoktu. Uzandığım yatağa çivilenmiştim sanki. Kırık beyaz renkteki tavana diktiğim gözlerim dışında hiçbir yerimi hareket ettiremiyordum. Göğüs kafesim güçlükle alıp verdiğim soluklarımla yükselip alçalırken alnımdan akan terlerin şakaklarımdan süzülerek kulaklarıma doğru aktığını hissedebiliyordum.
Uyku felci denilen şeyi yaşıyordum. Gözlerim açıktı. Uyanıktım ama bedenimi hareket ettiremiyordum. Üstümde bedenimi geren, nefesimi kesen bir ağırlık vardı. Panik ve korku, en az o ağırlık kadar güçlü bir şekilde çökmüştü üzerime. Bir an durup kendimi toparlamayı denedim.
Gözlerim yuvalarında bir fırıldak gibi dönerken ilk önce nefesimi düzene sokmaya çalıştım. Artık daha yavaş nefes alıp vermeye başladığımda sağ elimin işaret parmağına odaklandım. Bütün enerjimi kullanarak onu hareket ettirmeye çalışıyordum. Siyah yatak örtüsü geçirilmiş yorganın üzerinde duran elim; adeta yorganla bütünleşmiş, hareket etmemek için direniyordu. Bütün odağımı verdiğim işaret parmağımı nihayet biraz kıpırdatabildiğimde üzerimdeki ağırlık hızla yok oldu.
Ağırlığın bedenimi serbest bırakmasıyla yorganı üstümden atıp hemen yataktan kalktım. Üzerimdeki eşofman üstü, yatağın yumuşak zemininden ayrılan sırtıma yapışmıştı. O kadar çok terlemiştim ki eşofman takımı sırılsıklam olmuştu. Yaşadığım şoku atlatabilmek için derin derin nefesler alarak kendimi sakinleştirmeye çalışıyordum. Tam o sırada ikinci bir şok dalgasıyla yüz yüze geldim.
Dün gece yatmadan önce kilitlemiş olduğum odanın kapısı ardına kadar açıktı. Kapıyı kilitleyip anahtarı arkasında bıraktığımdan adım kadar emindim. Birinin kapıyı başka bir anahtarla açmış olması neredeyse imkânsızdı. Uzanıp biraz öne ittiğim kapının anahtar deliğini kontrol ettiğimde anahtarın hâlâ orada olduğunu fark ettim. Bu kadar tuhaflık fazlaydı artık. Burada neler döndüğünü bir an önce öğrenmek istiyordum.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
MAVERA AĞACI
General FictionMavera Ağacı'nın hikayesini bilir misiniz? Tanrı, dünyayı altı günde yaratır. Yeri, göğü ve yerle gök arasındaki her şeyi yaratması tam altı gün sürer. Altıncı günün sonunda insanoğlunun bilmediği bir sırrı saklar yeryüzüne. Cennet bahçesinin en iht...