Fleurie - Sirens
Kulaklarıma dolan rüzgârın tatlı fısıltısı, dudaklarımdan dökülen kelimelerle karışınca uğultulu bir esintiye dönüştü. Bakışlarım karşımda dikilen adamın yüzünde bir gezintiye çıkmıştı. Galibiyetin verdiği haklı gurur, yüzüne yerleşen gülümsemesine yansıyordu. Ruhunun savaş baltalarını yere bırakıp zafer çığlıkları attığını görebiliyordum. İstediğini almıştı. Kazanmıştı.
Söylediğim şey, henüz bir düşünceyken daha az korkutmuştu beni. Kelimelerimde can bulduğu anda ruhumu saran kara bir buluta dönüşüverdi. Bu kararı verdiğim için pişman hissetmiyordum. İçimde yalnızca garip bir boşluk hissi vardı. Sanki... Sanki ruhumu, bütün duygularımla beraber şeytana satmıştım.
"Çok doğru bir karar verdin Dalia." dedi Yıldırım Bey. "Artık her şey yoluna girecek, bundan emin olabilirsin." Tutmakta olduğum kolunu yavaşça bıraktım.
"Bir daha asla babamı tehdit etmeye kalkmayın Yıldırım Bey." dedim. "İstediğiniz şeyi elde ettiğinizi düşünüyorsunuz ama elinizi ateşe sokmaktan başka bir şey yapmadınız." Arkamı dönüp eve yöneldiğimde rahatsız edici bakışlarını ensemde hissedebiliyordum.
Oğluyla evlenmeyi kabul etmiş olmam, istediği her şeyi yaptırabilmek için beni babama karşı bir koz olarak kullanabileceği anlamına gelmiyordu. Bunu yolun başındayken anlamasını istiyordum. Bu, hayatta en değer verdiğim kişiyi korumak için verdiğim bir karardı. İşler çığırından çıkmadan fedakârlık yapan kişi olmayı seçiyordum.
Kapıdan içeri girmeden önce dönüp Yıldırım Bey'e baktım. Yüzüne yerleşen yeni ifade, içimin biraz olsun rahatlamasını sağladı. Zafer tahtını sallandırabilmiş olmanın verdiği zevkle içeri girdim.
Babam, hâlâ bıraktığım yerde oturuyordu. Işıklar kapalıydı. Salonu yalnızca camlardan içeriye dolan ay ışığı aydınlatıyordu. Yüzünü tam olarak göremiyordum ama düşen omuzlarından ve titreyen ellerinden perişan bir halde olduğunu anlayabiliyordum.
İçeriye attığım ilk adımla başını bana doğru çevirince ikinci adımı atma konusunda tereddüt ettim. Onu bu halde görmemi istemiyor olabileceği ihtimalini biraz geç akıl etmiştim.
"Gelsene kızım." dedi, yorgun sesiyle. Onun onayıyla geçip biraz ilerisine oturdum.
İkimiz de tek kelime etmiyorduk, karanlığın içinde yan yana oturmuş sessizce duruyorduk. Lafa nereden başlayacağımı bilmiyordum. Söyleyeceğim şeylere vereceği tepkiden çekiniyordum. Onunla konuşmadan kendi başıma bir işe kalkışmıştım. Belki ilk etapta bana kızacaktı ama sonunda beni anlayıp hak vereceğine inanıyordum.
"Yıldırım Bey'le konuştum." dedim, çekinerek. "Başını daha fazla ağrıtmayacaktır."
"Ne? Ne yaptın sen Dalia?" Sesi ifadesizdi. Oturduğu yerde kayarak bana doğru yaklaştı. Bu hareketiyle birlikte kalp atışlarım hızlanmaya başladı. Kendimi, yaramazlık yaparken yakalanmış suçlu küçük bir çocuk gibi hissediyordum.
"Daha fazla üzerine gelmesine dayanamazdım." dedim, fısıltıyla. "Seni böyle görmeye dayanamıyorum." Başımı önüme eğip ellerimi saçlarımın arasına daldırdım. Gözlerinin içine bakmaya cesaretim yoktu.
Sırtımda hissettiğim sıcak dokunuşuyla irkildim. Gösterdiği şefkat beni sakinleştirmekten ziyade panik olmama neden olmuştu. Kendimi suçlu hissediyordum. Olan biten her şeyin sorumlusu benmişim gibi geliyordu. Çöküşün eşiğindeydim, bunu hissedebiliyordum.
Karanlık düşünceler denizine doğru hızla ilerliyor olduğumu anladığımda derin bir nefes aldım. Şu an bu şekilde davranmam her şeyi daha da zora sokacaktı. Kendime hâkim olmam gerekiyordu. Bakışlarımı ona çevirdim. Korku dolu gözleriyle karşılaştığımda aradığım cesareti bulmuştum.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
MAVERA AĞACI
Ficțiune generalăMavera Ağacı'nın hikayesini bilir misiniz? Tanrı, dünyayı altı günde yaratır. Yeri, göğü ve yerle gök arasındaki her şeyi yaratması tam altı gün sürer. Altıncı günün sonunda insanoğlunun bilmediği bir sırrı saklar yeryüzüne. Cennet bahçesinin en iht...