Zevia - why do i exist?
Bilincim yerine geldiğinde hissettiğim ilk şey, burun kemiğimden başlayarak çeneme kadar uzanan baskıydı. Düzenli aralıklarla kulaklarıma çalınan sesin nabzımın stabil olduğunu gösteren cihazdan yayıldığını anlamam zor olmamıştı. Şu an bir hastane sedyesinde uzanıyordum.
Gözlerimi açmadan elimi yüzüme götürdüm. Yüzümdeki baskının sebebi olan oksijen maskesini yukarı doğru çekerek çıkardım. Burun deliklerime dolan hastane kokusu bir anda midemi bulandırdı. Derin nefesler almaktan kaçınarak yavaş yavaş göz kapaklarımı araladım.
Hemen tepemde yanan florasan lambanın parlak ışığı, gözlerimi uzun süre açık tutmama engel oluyordu.
Dirseklerimden destek alarak sedyede doğrulmaya çalıştım. Sol koluma bir şeyin battığını hissettiğimde kendimi tekrardan sedyeye bıraktım. Bakışlarımı koluma doğru çevirdiğimde takılı olan serumu fark ettim. Sağ elimle sedyenin yanından destek alarak doğruldum.
Çevreme bakındığımda insanın ruhunu ürperten beyaz duvarlarla çevrili tek kişilik bir hastane odasında olduğumu fark ettim. Ne kadar zamandır burada böylece yattığımı bilmiyordum. Bakışlarımı asılı duran seruma çevirdiğimde saydam sıvının neredeyse tükenmek üzere olduğunu gördüm.
Koluma uzanıp serumu çıkarmaya hazırlandığım sırada odanın kapısı açıldı. Serum iğnesini tutan bandı derimden sökmeye çalıştığım için gelenin kim olduğuna bakmadım. Bana doğru yaklaşan adım seslerinin sahibi hiç de ilgimi çekmiyordu. Bütün dikkatim sanki zamkla yapıştırılmış gibi derimi tutan banttaydı. Tırnağımın ucuyla bandı köşesinden kaldırmaya uğraşıyordum.
"Kızım." Sesin geldiği yöne doğru meyleden bakışlarıma hemen engel oldum. Nihayet kaldırmayı başardığım bandın ucuna tırnağımı taktırıp hareketsiz bir biçimde kaldım.
"İyi misin kızım?" Babam beni omuzlarımdan yakalamış hafifçe sarsıyor bir yandan da göz teması kurmaya çalışıyordu. Onu görmezden gelerek bakışlarımı duvarlar gibi beyaz olan zemine sabitledim. Şimdi göz göze gelmekten itinayla kaçınan kişi bendim.
"İyiyim." dedim, ifadesiz bir sesle. Omuzlarımı tutan ellerden kendimi geriye çekerek kurtardım. Dalgın bakışlarım hâlâ zemini dövüyordu.
"Beni çok korkuttun kızım." Neden bilmiyorum, duyduğum şeyle içimde durdurulamaz bir gülme isteği peydah oldu. Bu isteğe güçlükle de olsa engel olarak kıvrılmak için hareketlenen dudaklarımı sıkıca birbirine bastırdım.
"Dalia." İsmimi fısıldayan sesi çaresizliğe bulanmış, titriyordu. Günlerdir sanki düşmanıymışım gibi davranan adam, şimdi çaresizce adımı fısıldıyordu.
"Özür dilerim kızım. Unuttuğum için özür dilerim."
"Dileme!" dedim, sertçe. "Çünkü hiçbir şey ifade etmeyecek." diye ekledim. Beyaz zeminden ayırdığım bakışlarımı gözyaşlarının kıyısına vurduğu maviliklerine çevirdim. Biraz ilerimde durmuş, kafese kapatılmış yaralı bir kuş gibi titriyordu.
"Seni affedebileceğimi zannetmiyorum." dedim. Yutkunmaya çalıştığımda bu olması gerekenden biraz zor oldu. Boğazımdaki yumru, suyun akışını engelleyen bir kaya gibi olduğu yere yerleşmişti.
"Unuttuğun için değil, elimi tutmadığın için seni asla affetmeyeceğim." diye devam ettim. Dudaklarımdan dökülen her kelimeyle yavaş yavaş çöktüğünü görebiliyordum. Onun bu virane hâli bende en ufak bir duygu kırıntısını hareketlendirmedi. Sarf ettiğim hiçbir cümle, bende açtığı yaralar kadar yaralayamazdı onu.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
MAVERA AĞACI
General FictionMavera Ağacı'nın hikayesini bilir misiniz? Tanrı, dünyayı altı günde yaratır. Yeri, göğü ve yerle gök arasındaki her şeyi yaratması tam altı gün sürer. Altıncı günün sonunda insanoğlunun bilmediği bir sırrı saklar yeryüzüne. Cennet bahçesinin en iht...