İyi okumalar, bol yorum yapmayı ve oy vermeyi unutma :)
"İlaçlarını aldın mı tatlım?"
"Aldım anne." Almamıştım. Aptal beyaz tabletler işe yarıyor olsaydı çoktan düzelmem gerekmez miydi? Kim bu, ne anlatıyor? Diyebilirsiniz. Hikayeye başlamadan önce izin verin ayakkabılarımı giyeyim.
"Çıktım ben." Anneme seslendikten sonra, gri renkli, bilekli ayakkabılarımı giyip spor çantamı omzuma takarak demir kapıyı ardımdan kapattım ve kendimi dışarı attım. Otobüs durağına kadar yürümek, her gün aynı yolu ezberimde tutmak beni yoruyordu. Kablolu kulaklıklarımı taktıktan sonra hoşuma giden bir melodi tutturup adımlarımı açılı atmaya çalışarak yürüdüm.
Sizi unuttum sanmayın, şimdi tanışıyoruz. Ben Lee Minho ya da okulun nevalesi, buz prensi, asosyali, egoist popüler piçi, siz hangisini söylemek isterseniz. Aslına bakarsanız bana takılmış bu lakapların çoğu umrumda değildi. Çünkü arkamdan bu kadar çok konuşulmasının sebebi yakışıklı olmamdı. Bu cümlemle son takma adı hak ettiğimi düşünebilirsiniz. Yine de umrumda değil.
Evet, ne diyordum? Yakışıklı olmam. Beni hemen yargılamayın, ortalama tipte biri olsaydım kimse benim sosyalliğimle, egomla ilgilenmezdi. İnsanlar böyleydi işte. Kendilerinden başka en ufak göze çarpan herkesin alnına neon renkli post-itler yapıştırmayı pek bir severlerdi.
"Yana kayar mısın genç adam?" Bu arada çoktan otobüse bindim. Yerdeki bakışlarımı bana seslenen orta yaşlı kadına çıkardığımda gözlerine eşit sürmediği siyah kalem beni rahatsız etti. "Siz geçin, ben birazdan ineceğim." İnmeyecek olsaydım da kaymazdım yana. Cam kenarında oturmayı sevmediğimden değil, bakışlarımın takip edemediği ağaçları kovalamak göz kaslarımı yorduğundan da değil. Yalnızca kapıya yakın olmak istiyordum.
Yorgun gözlerimi camdan dışarı bakması için zorlayıp okula ne kadar kaldığını düşündüm. İki durak sonra inecektim bu yüzden şimdiden yerimden kalkıp kapıya yaklaştım. İşlerimi garantilemeye çalışırdım sürekli ve bunda başarılı olamamak beni genelde 'gereksiz' strese sokardı. Gereksiz kelimesini neden tek tırnak içinde yazdım hemen söyleyeyim. Çünkü bu benim düşüncem değil, çevremden sürekli duyduğum şey.
Sana ne? Kes sesini, sen mi yaşıyorsun sanki? Bu benim hayatım! Diye bağırmak gelirdi içimden sürekli. Ancak tek yapabildiğim onların sınırlarla çevrili küçük beyinlerinden çıkan azıcık düşünmeye çabalamış ama başaramamış olmalarının sonucu uydurma fikirlerini dinlemek ve kafa sallamaktı. Belki de bunun için de yorgundum. Tepki verirsem sonrası çorap söküğü gibi gelirdi çünkü. Ne var ki sığ düşünceleri umrumda değildi.
Otobüsten indim, adımlarımdaki bakışlarımı okulun bahçesine girene kadar çıkarmadım yukarı. Her gün aynı yolu yürümekten yerdeki tuğlaların desenlerinden tutun, üzerlerindeki belli belirsiz izleri bile ezberlemiştim. Dudaklarımdaki hafif ıslık, kulaklarımdan giren melodiyi; ben de yerde küçük karıncaların oluşturduğu uzun köprüyü takip ediyordum.
Sonunda okula vardığımda gün içinde kaç kişinin takılıp düştüğüne şahit olduğumu sayamadığım krem rengi merdivenleri ellerim kumaş siyah pantolonumun cebindeyken çıktım. Beyaz ve ortalarından geçen aptal bir mavi boyanın süslediği duvarlarda adımlarım yankı yapıyordu.
Hey, o kadar da egoist değilim. Yalnızca okul boş çünkü herkesten önce gelmeyi seviyorum.Sınıfıma doğru ilerleyip aslında dinlemekten sıkıldığım ama elimin orada olmasına rağmen cebimden telefonu çıkarıp değiştirmeye üşendiğim şarkıya el mecbur eşlik ettim. Sonunda sınıfa gelip en arkadaki sırama doğru ilerledim ve çantalarımı bıraktım. Spor çantamı sıranın üstüne koymuştum onun üzerine de kafamı. Ders başlayana kadar kimseyle muhattap olmama yolumdu bu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
HiSchool Melodrama//Minsung
Fanfiction(TAMAMLANDI.) "Biricik sevgim, biricik nefretimden doğdu. Erken görüp tanımadığım, tanımakta geç kaldığım; Tiksinilen bir düşmanı birden sevmemle Harika bir sevgi doğdu böyle." Demiş Shakespeare, eh benim hayatımı yazmadı ki! Lan...durun bir dakika...