Önceki bölümü okuduğuna emin ol.
Bu bölümü yazmamda emeği geçen şarkılar (Hepsi Hischool Melodrama playlistinde ;)) :
-Chanyeol: Tomorrow
-Seventeen: I don't understand but i luv u
-Lee know: Limbo
-Taylor Swift: Love Story
-Billie Eilish: Happier Than EverBu şarkıları dinlerken bu hikaye gözümde aşırı iyi canlanıyor niye bilmiyorum kdnsosnlsmsla neyse iyi okumalar :)
Aşk nasıl bir şey? Sonu olmayan bir boşluk gibi mi? Yoksa tam tersi, ruhunun içindeki o kapanmak bilmeyen boşluk hissini doldurur mu? Romeo'nun Juliet'i bu dünyadan uzaklaşmış sanıp gördüğünde kendini öldürmesi mi bir zehirle? Yoksa Juliet'in sevgilisi olmadan yaşamak istemeyerek hançeri kalbine saplaması mı hiç düşünmeden? Sanmıyorum. Aşk bir aptallık. Aynı rahibin Romeo ve Juliet'i birleştirmek için yaptığı, sonunun kaçınılmaz ölümle bittiği bu plan gibi; aptalcaydı aşk.
Elimdeki kitabı sıkıntıyla yanıma bıraktım ve ağrımaya başlayan göz kapaklarımı elimle ovdum. İçeriden gelen top sektirme sesleriyle birlikte oyuncuların bağırmaları kulaklarımı tırmalıyordu. Kulisteyim, bağdaş kurarak yerdeki sarı renkli minderlerin birinde oturuyorum. Çünkü yarınki oyun için hazırlanmam, prova yapmam lazım. Basketbol takımı ise saatlerdir burada, onların gitmelerini beklemek kadar acı verici bir şey varsa o da sesleri eşliğinde prova yapmaya çalışmak. Bu yüzden şu an repliklerin yazılı olduğu piyesi okumaktansa Romeo ve Juliet'in kitabını okuyordum.
Gözlerimi kapatıp birkaç saniyelik kafa dinlendirmemi bozan şey oyuncuların seslerinin gittikçe yaklaşması oldu. Bu da demek oluyordu ki sonunda antrenmanları bitmişti. Derin bir nefes verip hızla yerimden kalktım. Senaryonun içinde olduğuna emin olurken çantamın fermuarını kapattım. Çantamı sırtıma takıp ayaklandığımda aklıma gelmişti minderin üstünde bıraktığım, renkli post-itlerle işaretlenmiş kitap. Onu da elime alarak sporcuların soyunma odalarına gittiğine emin olup kulisten dışarı çıktım.
Sahanın ışıkları hala açık olduğu için yürüdüğüm koridoru da o ışıklar aydınlatıyordu. Sonunda prova yapacağım için oldukça neşeli bir şekilde yürüyordum taa ki koridorun sonundaki köşeyi dönene kadar. Çünkü birisiyle çarpışmam ve elimdeki kitabın gürültülü bir sesle yeri boylaması kaçınılmaz oldu. Eşyalarımın yere düşmesinden nefret ederim. İnsanlarla fiziksel temasta bulunmaktan nefret ederim.
"Hay senin... önüne baksana!" Sinirle kafamı kaldırıp bakışlarımı yere düşen kitabımdan önümdeki kişiye çıkardığımda sinir katsayım olabilirmiş gibi daha da arttı. Şu hayatta nefret ettiğim şeyler on saniyede nasıl bu kadar birleşebildi anlayamadım. Lee Minho öylece sırıtıyordu karşımda. Elindeki tişörtüyle boynunda ve göğsünde birikmiş terleri siliyordu.
Bir, üzerimdeki ceketi yakıp parasını ödemesini söyleyerek kavga ederim. İki, sırıtan suratına bir yumruk atıp kavga ederim. Üç, yere düşen kitabımı ağzına sokup kavga ederim. Dört kavga ederim.
"Han, selam." dedi sakin sesiyle. Bunun beni delirttiğini içinde bir yerlerde çok iyi bildiğine eminim. Her şeye sakinlikle cevap vermesi beni delirtiyor, sözleriyle üzerimde üstünlük kurup ezmeye çalışması beni delirtiyor, varlığı beni delirtiyor. Ancak bunu ona hiçbir zaman belli etmiyorum. Genelde eve gidince kendi kendime çıldırmakla bitiyor her seferinde.
Derin bir nefes verip içimden ona kadar saymaya başlarken gözlerim ondan tekrar yere düşen kitabımı buldu. Lee Minho'yu çok iyi tanıyordum ancak yine de eşyalarımı yerde bırakamazdım. Hele bu kitabı. Bu yüzden onu görmezden gelip eğildim ve kitabımı aldım. Dudakları arasından ufak bir kıkırtı çıkması gecikmemişti. Ardından da aptal sözleri. "Önümde diz çöktün az önce hem de benim sayemde."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
HiSchool Melodrama//Minsung
Fanfiction(TAMAMLANDI.) "Biricik sevgim, biricik nefretimden doğdu. Erken görüp tanımadığım, tanımakta geç kaldığım; Tiksinilen bir düşmanı birden sevmemle Harika bir sevgi doğdu böyle." Demiş Shakespeare, eh benim hayatımı yazmadı ki! Lan...durun bir dakika...