Önceki bölümü okuduğuna emin ol aşko ve aynı yorum performansını bekliyorum tşk öd bb
Üşüyorum...
Fiziksel olarak değil, ruhen. Çünkü tamamen yalnızım. Tek başıma yürüdüğüm bu yolda, yanımda kimsem yok. Hoş, kendine bile sırtını dönmüş biriyim ben. Neden birisi benim yanımda olmak istesin ki? Neden lekelenmiş yalnız ruhumu çekip kurtarsın bu bataklıktan?
İyiymiş gibi yapıyorum, bu çok zor; aslında ben dahil hiçbir şey iyi değil.Minho'yla konuştuğumuz günden beri üç gündür okula gitmiyorum. Yemek yiyemiyorum, her seferinde onun söyledikleri yankılanıyor kulaklarımda. Ağzıma aldığım en ufak bir lokmada midem bulanıyor, kilo vermişim gibi hissediyorum, kimseye anlatamıyorum.
Minho, mesaj atıyor bana okula gitmediğim bu günlerde. İyi olup olmadığımı soruyor, cevap vermiyorum hiçbirine. Özür diliyor ancak samimiyetinden şüpheliyim. Hoş, o egosuna rağmen nasıl yapıyor yine de şaşırdım. Bugünse annemin zoruyla okula gitmek için hazırlandım. Aynanın karşısında gözümün altında birer çukur belirmiş, kapatıcıyla kapatıyorum onları. Ardından kahvaltı yapmadan çıkıyorum evden.
Neyse ki rol yapmada üstüme yok. Sınıfa girer girmez yüzüme bir gülümseme yerleştirdim. "Günaydın tiyatronun nadide elmasları!"
"Jis!" Jeongin, bağırıyor anında. Ona yapma dercesine yüzümü buruşturup sırama oturdum ve derin bir nefes verdim. "Neden gelmedin okula? Provalara? Çok merak ettik." diye devam ediyor Jeongin. Dudaklarımı birbirine bastırıyorum, verecek cevabım yok.O sırada sınıfa girdiğimden beri bakışlarını üzerimde hissettiğim beden, yanıma geldi. "Biraz konuşabilir miyiz?" diye sordu. Bunu tahmin ettiğimden ona verecek cevabım çoktan hazır. Kafamı kaldırıp onay verdikten sonra sınıftan çıkan bedenini takip ettim. Elleri cebinde, okul bahçesine çıktı ben de peşindeyim.
Diğer yerlere göre tenha bir yerde durup bana doğru döndü. Dudaklarını birinirine bastırıyor ve düşünüyor. Dediklerinden gerçekten pişman. "Bak," diye cümlesine başlıyor ama kendisi yüzüme bakmıyor. İstemsizce gülümsüyorum.
"O an, stresliydim ve ne dediğimi düşünemedim." dediğinde başımı onaylarcasına salladım. Düşünemediği kesindi. "Haddim olmayan şeyler söyledim." dedi. Hala yüzüme bakmıyor.
"Haddin olmadığını bilmen güzel Lee Minho." diye cevap verdim sakince. "Özür dilerim." diye devam etti."Keşke bir de yüzüme baksan." Pekala, dürüst olacağım. Bunu söylemeyi ben de beklemiyordum. Yani, en azından planımda sakince özrünü kabul etmek ve eski günlerimize dönmek vardı. Biliyorum, bana gurursuz gözüyle bakıyor olabilirsiniz. Açıkçası bu çok umrumda değil, diğer her şeyin olmadığı gibi. Minho'nun yanında ondan başka bir şey düşünmüyorum. Ona vereceğim cevaplardan başka, onu nasıl daha fazla sinir edebileceğimden başka. Yani uzun lafın kısası onun yanında mutluyum. Böyle demem tuhaf ama hayatım o kadar trajik ki kötünün iyisini seçmem gerekirse Lee Minho'yu seçiyorum.
"Ne?" dedi kafasını kaldırıp. Sonunda yüzüme bakabildi. "Kaldırımdan özür dilemiyorsan tabii." diyerek gözlerimi devirdim. Güldü, gıcık veya egolu değil, ilk defa bana samimi bir şekilde güldü. "Özür dilerim." dedi bir kez daha, bu sefer gözlerime bakarak. Ellerimi gri okul ceketimin cebine soktum ve dudaklarımı birbirine bastırdım. Bir süre ikimiz de bir şey söylemedik, ondan sonra sol elimi kaldırıp bileğimin gözükmesini sağladım. "Özrünün kabul olması için bu bileklik bende kalıyor."
Ardından hızla uzaklaştım yanından. Çünkü peşimden koşarak geleceğini biliyorum. "Hey, Han Jisung!" bağırışları beni şaşırtmıyor.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
HiSchool Melodrama//Minsung
Fiksi Penggemar(TAMAMLANDI.) "Biricik sevgim, biricik nefretimden doğdu. Erken görüp tanımadığım, tanımakta geç kaldığım; Tiksinilen bir düşmanı birden sevmemle Harika bir sevgi doğdu böyle." Demiş Shakespeare, eh benim hayatımı yazmadı ki! Lan...durun bir dakika...