Önceki bölümü okuduğuna emin ol. Oy verip yorum yapmayı unutma lütfen.
Artık okulum açılacağı için düzenli bölüm atamayacağım, yine de arayı çok açmamak için uğraşacağım, haber vermek istedim.
Aşk ve sevgi, farklı mıdır birbirinden?
Bu sorunun cevabını bilmiyorum. Açıkçası ikisini de tam olarak bilen birinin olduğunu da sanmıyorum. Sevginin yoğun halini aşk olarak tanımlayabilir miyiz? Buna da katılmıyorum. Sonuç olarak aile üyelerimize veya bizim için değerli olan insanlara da yoğun bir sevgi besleyebiliriz ancak aşık olmayız. 'Zaman geçtikçe aşk biter, sevgi daim kalır.' derler. Ben buna da katılmıyorum. Eğer ikisini de beslediğiniz kişi aynı kişiyse yalnızca biri nasıl bitebilir ki?
Bunu size anlatıyorum çünkü gün geçtikçe Minho'ya daha fazla kapıldığımı hissediyorum. Gözlerim sürekli onu arıyor, yanımda olmadığı zaman etrafımı kocaman bir boşluk hissi sarıyor. Yanımda olduğunda ise ona bakmadan, dokunmadan duramıyorum. Sanırım onu hem seviyorum hem de ona aşığım.
Elindeki kahvelerle yanıma geliyor gülümseyerek. Birini benim önüme koyup karşıma oturduğunda elim otomatik olarak kağıt bardağı kavrıyor ve bir yudum alıyorum. İçimi ısıtan bu üç dakikalık kahve mi yoksa karşımdaki çocuğun gülüşü mü?
"Ne düşünüyorsun?" diye sorduğunda omuz silktim. "Öylesine." diye yanıtladım onu. Başını anlarcasına aşağı yukarı salladı ve kendi kahvesinden bir yudum içti. Dudaklarını birbirine bastırıp daha sonra kahvenin tadının güzel olduğunu belli eder gibi bir ses çıkardığında güldüm. "Antrenmanın kaçta biter?" diye sordum. Bugün provamız yoktu ama kendi kendime onu beklerken çalışabilirdim.
"Emin değilim, sekiz? Belki dokuz?" Diye yanıtladığında kafamı onaylarcasına salladım. "Kuliste beklerim." dediğimde tek kaşını kaldırdı. "Eve gitmek istemediğine emin misin?" diye sordu.
Bakışlarım yüzünde gezinirken kahvemden bir yudum daha aldım. "Oyuna az kaldı." dedim. "Çalışmalıyım." Anlayışla kafasını salladı."O zaman fazla ses çıkaran herkese yüz şınav cezası vereceğim." dediğinde sesli bir şekilde güldüm. Bana eşlik ederken masanın üzerinde duran elime dokundu parmaklarıyla.
Okul klasik bir şekilde biterken çıkışta dediği gibi antrenmana kalmıştı. Sporcuların verdikleri arada, sipariş ettiğim hamburgerleri Minho'yla birlikte kulisteki geniş pufların üzerinde yedik. Daha sonra o antrenmanına geri döndü. Elimdeki senaryoyu birkaç kez baştan sona okuduktan sonra sıkıldığıma kanaat getirip ayaklandım. Kulaklıklarımı çıkarmadan sahaya girerek tribünde bir yere oturdum. Hava kararmıştı çoktan. Bu yüzden sahanın içi göz acıtıcı beyaz ışıklarla aydınlanıyordu. Ayaklarımı öndeki koltuğun yaslanma yerine koyup gözlerimi sporculara çevirdim.
Bakışlarım anında Minho'nunkilerle kesiştiğinde gülümsedi. Ona hafifçe el sallayıp geriye yaslandım ve oyunu izlemeye başladım. Daha çok Minho'yu izliyordum tabii. Her seferinde kendini nasıl bu kadar geliştirdiğine hayran kalıyorum. Topu sanki ufak bir tüy parçasıymış gibi hiç zorlanmadan taşıması, basket attığında yüzünde beliren sevinç ifadesi, arada bir bağırarak takım arkadaşlarına ne yapmaları gerektiğini içeren direktifler vermesi, yaptığı bu ufak hareketlerle bile ondan bu kadar etkilenmem normal mi? Sanırım hayır.
Ben onu izlemeye dalmışken zamanın nasıl geçip gittiğini anlamadım. Antrenmanları bittiğinde Minho ellerini birbirine çarpıp takımı etrafına topladı. Bir şeyler söyleyip "Bugünlük bu kadar." dediğinde takım anında dağılmaya ve soyunma odasına doğru ilerlemeye başlamıştı. Minho da giden arkadaşlarının arkasından bir süre onları izledi sonrasında bana doğru döndü. Gözlerimiz buluştuğu gibi suratıma bir gülümseme yayılmıştı. Bir aşağıdaki oturma yerine indim. O da bana doğru yaklaştı ve önümdeki bariyer gibi yere kollarını koydu. Yakınımdaki suratını inceledim biraz. "Yoruldun mu çok?" diye sordum. Alışıktı bedeni aslında ama yine de içimden gelmişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
HiSchool Melodrama//Minsung
Hayran Kurgu(TAMAMLANDI.) "Biricik sevgim, biricik nefretimden doğdu. Erken görüp tanımadığım, tanımakta geç kaldığım; Tiksinilen bir düşmanı birden sevmemle Harika bir sevgi doğdu böyle." Demiş Shakespeare, eh benim hayatımı yazmadı ki! Lan...durun bir dakika...