Önceki bölümü okuduğuna emin ol. Oy ve yorumlar düşmesin lütfen 🥲
"Jisung."
"Jisung!"
Arkadaşlarımın neredeyse boş olan sahada yankılanan sesleri, boşluğa dalıp giden bakışlarımı yüzeye çıkarmaya zar zor yetti. "Ah, üzgünüm." dedim, elimdeki kağıtlara tekrar dönerken.
O sırada omzumda hissettiğim bir el, ona dönmemi sağladı. "İyi hissetmiyorsan biraz ara verelim." diyen Chan'a gülümsedim. Sorun da buradaydı işte, fazla iyi hissediyordum.
Kafamın içi tamamen Minho ile doluydu. Pekala, bu yeni bir şey değil. Ancak bu düşüncelerin eskisi gibi olmaması yeni bir şey. Yine onun yüzünden oyunuma odaklanamıyorum ve üç gündür tek kelime bile konuşmadık. Belki ikimizin de bu olanları sindirmesi uzun sürüyordu. Bilmiyorum, kafam allak bullak."İyi olur." dedim benden bir cevap bekleyen arkadaşlarıma. Böylece herkes kısa süreliğine dağılmaya başladı, Chan da cidden iyi hissetmediğimi düşünmüş olmalıydı çünkü Han Jisung oyununa gerçekten gerek olmadığı sürece ara vermezdi. Arkadaşlarımın birer birer salondan çıkışını izlerken artık sessiz olan sahayı sesli bir iç çekişle ödüllendirdim.
Elimdeki kağıtları bırakıp ayağa kalktım ve sahneden indim. Sahanın ışıklarıyla aydınlanan koridora çıktığımda silik sesler önce belirginleşti sonra dışarıda ise net bir gürültüye dönüştü. Batmaya başlayan güneşin mandalina turuncusu rengi, okul bahçesini aydınlatırken temiz havayı ciğerlerime çektim. İleride, kenardaki bir banka oturduğumda uzaktaki arkadaşlarımın kahkahaları ulaştı kulaklarıma.
Sol kolumdaki saate baktım. Yaklaşık bir saat sonra basketbol takımı antrenman yapmak için gelecekti. Bizimse provamız bitiyordu. Ah, bu arada Minho koça iyi olduğunu söyleyerek takıma tamamen geri döndü. Nereden bildiğimi soracak olursanız onu dünden önceki gün sahada top oynarken gördüm. Koç, dünden razı olduğu için neden iki ay beklemediğini sormamış bile.
Merak ediyorsanız diye nedenini ben söyleyeyim çünkü bunu bilecek kadar iyi tanıyorum onu. Büyük ihtimalle bir şeyle meşgul olmadığında aklında sürekli günler önceki öpüşmemiz dolanıyor. Aynı benimki gibi. Şaka yapmıyorum, galiba kafayı yiyorum. Gözlerimi her kapattığımda Minho'nun yüzü yüzüme yaklaşıyor, dudakları benimkilerin üzerinde. Bunu nasıl anlatabilirim bilmiyorum, açık dalgalarda sörf yapmak gibi bir şey.
Arkadaşlarımın içeri girmeye başlayıp beni de el kol hareketleriyle çağırmaları tahmin ettiğimden erken oluyor veya diyorum ya, bu aralar zamanın nasıl akıp geçtiğini anlayamıyorum.
Yavaşça ayağa kalkıp derin bir nefes daha aldım. Sanki aldığım nefes göğsümün üzerindeki heyecanı alıp gidebilirmiş gibi. Sanki ciğerlerimi oksijenle doldurursam Minho'nun sıcak nefesine yer kalmazmış gibi.
"Ji!"
Jeongin'in içeriden çıkıp beni çağırmasıyla alt dudağımın içini dişledim ve ayaklarıma yürümeleri için hızlı bir emir gönderdim. Provamıza kaldığımız yerden devam ettik ancak fazla dikkatim dağılıyordu. Benim için pek verimli bir zaman olmamıştı ve bu zamanı verimli hale getirene kadar buradan ayrılmayacaktım. Kendime sinirleniyor, acısını da bu şekilde çıkarıyordum.
Arkadaşlarım teker teker evlerine gittiklerinde bense kulisteki sarı puf koltuğun üzerindeydim. Elimde senaryolarım, gözümde gözlüklerim öylece oturuyordum. Sahadaki sesleri duymak istemediğim için kulaklığımı taktım ancak kulisin kapısını bilerek açık bıraktım. Sahada çoktan koşmaya ve top sektirmeye başlayan sporcuları ara ara görebiliyordum.
Fazla sürmedi, beyaz tişört giyen bedenle göz göze geldiğimizde bakışlarımı önümdeki senaryoma geri indirdim. Ne zamana kadar konuşmayacağımızı merak ediyorum. Ayrıca neden konuşmadığımızı da. Bu, eskisinden bile can sıkıcı. Hayatımda en ufak bir şeyle bile yarattığı boşluk can sıkıcı. Bunun yerine bana her zamanki gibi sataşmasını isterdim ancak yalnız birkaç gün önce yaptığımız şey yüzünden ikimiz de tuhaf davranıyoruz.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
HiSchool Melodrama//Minsung
Fanfiction(TAMAMLANDI.) "Biricik sevgim, biricik nefretimden doğdu. Erken görüp tanımadığım, tanımakta geç kaldığım; Tiksinilen bir düşmanı birden sevmemle Harika bir sevgi doğdu böyle." Demiş Shakespeare, eh benim hayatımı yazmadı ki! Lan...durun bir dakika...