Sevdiğim adamla iki yıllık bir birlikteliğin içindeyken ve her şey gayet iyi ilerliyorken, şu son on haftada ne varsa tersine dönmüş gibiydi.
Yalnız hissediyordum, yalnızdım.
Boş hissediyordum, boşluktaydım.
Sevgisiz hissediyordum, sevilmiyordum.
Aşık olduğum adam kollarım arasından kayıp giderken elimi uzatıp onu geri çekemiyordum.
Onu sevdiğimi söylüyordum, yüzüme dahi bakmıyordu. Artık benden vazgeçtiğini düşünmeye başlıyordum, gözünü köreltecek kadar içiyor, omzumda ağlayarak beni sevdiğini fısıldıyordu kulaklarıma.
Beni seviyordu ama sadece kendini dahi unutacak kadar içtiğinde ve kanında tek bir damla alkol kalmadığında, yine aynı soğuk adama geri dönüyordu. Ve ben son on haftadır olan bu durumu anlamakta güçlük çekiyordum.
Ondan başka kimsem yoktu çünkü ailem onunla birlikte olduğumu kabullenmediğinde birlikte başka bir şehirde bulmuştuk kendimizi.
Her zorluğun üstesinden gelmiş bu iki kalp, sebebi belirsiz bir sorunu bile çözemiyordu.
Ben ağlıyordum, o içiyordu.
Eve gelişini bekleyip oldukça rahatsız olan kanepemizde uyuklarken, gözlerimi açık tutmak için kendimi zor tuttuğum dakikalarda, anahtar sesi duyuldu. Justin içeri yalpalayarak bir adım atarken, yalnız olmadığını anlamam iki saniyemi aldı.
Beynimden vurulmuşa döndüm.
Bir insan bu kadar kırılabilir miydi?
Yanında gördüğüm genç kız en az onun kadar sarhoştu. Kahkaha atıyordu, ona dokunuyordu.
Eve her sarhoş geldiğinde üzerine sinen parfüm kokularını göz ardı edecek kadar tutuşmuştum ona. Ama bu fazlaydı, sürtüklerinden birini, kirasını birlikte ödediğimiz bu eve getiremezdi, kaldıramazdım.
"Justin," diye fısıldayabildim sadece. Beni duydu ve boş bakışlarını üzerime diktiğinde büzülüp ufacık oldum. Az önceki kadına bile samimiyetle gülerken bana olan bakışlarında gördüğüm tek şey acıydı, bana acıyordu.
Hızlı adımlarla askıdaki çantamı koluma asarken genzimden boğuk bir hıçkırık çıktı.
Justin sertçe koluma yapıştı ve tükürürcesine beni azarlarken onu anlayamıyordum bile. Kalbimdeki acı canımı yakıyordu. Ben her şeyi düzeltmek için adım atmışken sonumuzu getiren kendisi olmuştu.
"Leslie, öylece gidemezsin. Bana bunu yapamazsın!"
Kahkaha atmaktan çekinmedim. Bal gibi de yapardım. Ben onun sadece ihtiyacı olduğu zamanlarda yanında olan değil, her zaman yanında olan kişiydim. Beni aldatırken göz yuman kişiydim. Onu seven kişiydim. Ama canım yanıyordu.
Beni artık sevmediğini, ayrılmak istediğini söylese daha az kırılacağıma emindim.
Boğazıma yapıştı. "Leslie, direnme. Bu kapıdan dışarı adımını attığın an, seni bunu yaptığına pişman ederim!" alkol kokan nefesini bir santim ötemde hissederken onu göğsünden iteklemeyi başardım. Ayık olsaydı eğer, güçlü kollarına karşılık vermem zor olurdu fakat şu an kendinde değildi.
Bardağı taşıran son damla buydu. Gecenin o saatinde hiçbir şeyi umursamadan çekip gittim oradan. Tereddüt dahi etmedim.
Tıpkı gelecekte çocuklarımızın koşturacağının hayallerini kurduğumuz eve, tek gecelik sürtüğünü getirmekte tereddüt etmediği gibi.
Her şeyin sonuydu bu, ya da ben öyle düşünüyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Dangerous Passions - Bieber
FanfictionÖnümde iki seçenek vardı. Ya beni seven biriyle mutlu olmayı deneyecektim, ya da sevdiğim adamın kolları arasında hayat bulacaktım. Sorun şuydu ki, hangisini seçersem seçeyim işler benim için sarpasaracaktı.