Güne lanet bir baş ağrısıyla birlikte içimde kötü bir hisle uyanmıştım.
Ardından bir hafta geçmesine rağmen yılbaşının sıkıntısı hala üzerimdeydi. Ve neredeyse on yedi gündür Justin'i görmüyordum. Geçen onca senede nasıl dayandım, gerçekten hayret edilesiydi. Zira şimdi sesini duymak için bile kıvranıyordum.
"Ben çıkıyorum sevgilim." Ryan'in sesine döndüğümde üstünü giymiş, çoktan hazırlanmış olduğunu gördüm. Bugün Pazar'dı ve o izinliydi. Ayrıca bana bir yere gideceğiyle ilgili bir şey söylememişti bile. Pekala, onu daha az görmek benimde işime geliyordu ancak merak etmiştim. Bana söylemeden nefes bile almıyordu çünkü.
"Nereye?"
Önce bir süre cevap vermedi ve bu beni şüphelendirmedi değil. Ayakkabılarını bağladıktan sonra kafasını kaldırıp. "Şey, bir arkadaşımla buluşacağım. Sorun olur mu?" Diye sorunca rahatladım.
Biraz garip davranıyordu, evet ama bana yalan söylemezdi asla. Bir kere kendine yediremezdi zaten. Bu yüzden ısrar etmedim ama bir şeylerin ters gittiği de surat ifadesinden belli oluyordu.
"İyi misin?" Diye sordum oturduğum kanepeden kalkıp yanına ulaşınca.
Tereddütle kafa sallayıp evetledi ancak hala garip davranıyordu. Suratı biraz düşüktü. Yine de her zamanki gibi davranmaya çalışıyordu.
"Evet, sanırım..." Gözlerimin içine baktı ve sanki oralarda bir şeyler aradı. Bu gerçekten garipti. Bir şey soracakmış gibiydi ama sanki ikilemde kalmıştı. "Geç kalabilirim, beni merak etme."
Yaklaştı, yanağımı öptükten sonra geri çekilip zorlukla tebessüm etmeye çalıştı. Ama onun sahte gülüşlerini de biliyordum ben. Onda normal olmayan şeyler vardı.
Kapıya kadar eşlik ettim Ryan'e. Gitmeden önce son kez arkasını döndüğünde bakışlarımız buluştu. Beni baştan aşağı süzdükten sonra. Ağzını açtı konuşmak için ama vazgeçmesi iki saniye sürdü.
"Görüşürüz." dedi sadece, yüzü hala düşüktü. O an için bunu pek takmadım. Kapıyı kapatıp telefonuma sarıldım hemen. Rehberde sevgilimin ismini bulup heyecanla aradım onu ve beklemeye başladım.
Sesini duyduğumda kalbim heyecandan gümbürdedi. O kadar özlemiştim ki onu tarif edilemezdi.
"Bebeğim, nasılsın?"
"Konuştuğunda daha iyi oluyorum. Ve sesini duyduğumda seni ne kadar özlediğimi bir kez daha anladım." Kıkırdadım.
Güldü. "FaceTime yapmaya ne dersin? Bekle arıyorum hemen."
Sonra yüzüme çat diye kapattı telefonu. Neyseki iki saniye sonra FaceTime isteği gelmişti de sesimi çıkarmadım. Aksi taktirde fena çirkinleşirdim.
Ekranda yüzü belirince gülümsedim ama gözle görülür farkı karşısında ağzım şaşkınlıkla aralandı. "Aman Tanrım sen saçını mı kestirdin?!!"
Güldü, "Ve boyattım. Nasıl olmuş?" Telefonu yüzünden çekip onu biraz daha geniş görmemi sağladı. Çok... Değişik olmuştu. Bilmiyorum onu ilk defa kısa saçla görüyordum çünkü o her zaman için saçlarına tapan bir insandı. Bazenleri bana bile dokundurtmayacak kadar da takıntılıydı ayrıca. Şimdi o uyurken aralarından parmaklarımı geçirdiğim saçları kısacık olmuştu ama o her haliyle mükemmel olduğu için benim için sorun değildi.
"Beğendim. Fena ateşli olmuş."
Kafasını kaşıdı. "Buluşmak ister misin? Konuşmak istediklerim var seninle."
"Tabii..." Tereddütle sordum. "Bir sıkıntı yok değil mi?"
Birileri konuşmak istediğini söylediğinde pek de iç açıcı şeyler hakkında olmuyordu bu. Açıkçası beni onaylasaydı içime bir kuşku düşerdi ama o gülümsedi ve kafa salladı. "Hayır, sadece seni özledim."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Dangerous Passions - Bieber
FanfictionÖnümde iki seçenek vardı. Ya beni seven biriyle mutlu olmayı deneyecektim, ya da sevdiğim adamın kolları arasında hayat bulacaktım. Sorun şuydu ki, hangisini seçersem seçeyim işler benim için sarpasaracaktı.