Berbat bir halde evin kapısına vardığımda öğlen saatleriydi.
Kahvaltıdan sonra biraz daha oyalanmak istemiştim ama Angel'ın kafeye gitmesi gerekiyordu bu yüzden ne kadar karman çorman olsam da başa dönmüştüm.
Kaçış bitmişti ve şimdi yine yolun sonundaydım.
Zile basmadan önce kendime bir iki kez bunun gerçek bir karar olup olmadığını sordum.
Gerçekten, Ryan'i seçmek akıllıca bir karar mıydı yoksa sadece buna mecbur olduğum için mi onun kapısındaydım?
Eh, en azından beni yalanlarla aldatan birinin kapısında olmaktansa aşkıyla boğan birinin kapısında olmak daha iyidir...
Doğru olan bu.
Angel'ın sesi kulaklarımda çınlar çınlamaz kapıyı tıklattım.
Kahvaltıda ikimizde Ryan'i seçmem konusunda kesişmiştik ve bu en mantıklı olandı.
Evet, Justin artık benim için bitmişti.
Yani umarım biterdi.
Yutkundum ve beklemeye başladım ama kimse kapıyı açmadı. Kaşlarımı çatıp bu kez zile bastım.
Bekledim, bekledim ancak sonuç yine aynıydı.
Endişelenmeden edemedim. Ryan'in botları ayakkabılıktaydı ve evde olduğu neredeyse kesindi çünkü yağmurlu havada giyecek başka ayakkabısı yoktu.
Bir süre sonra hayatım buna bağlıymışçasına zile abandım. Beynime hükmeden kuş sesi kulak zarlarımı delip geçerken kapıyı açmasını dilemekten öteye geçemiyordum.
Kalbim göğüs kafesime deli gibi baskı yapmaya başlamıştı, kötü düşünceler yavaş yavaş zihnimi ele geçiriyordu.
Ryan'a dair hiçbir ses yoktu. Hem de hiç.
Bu kez kapıya vururken adını da bağırdım. Sert darbelerle demir kapıyı tekmelerken komşuları veya herhangi bir haltı umursayacak halde değildim.
Ellerim ağrıyana, parmak boğumlarım beyazlayana ve boğazım kuruyana kadar bağırdım.
Sonunda kapı yavaşça açıldığında öne doğru sendeledim ama bir saniye sonra dengemi buldum.
Kafamı kaldırdığımda nefesim kesildi.
Ryan, düşündüğümden daha beter halde karşımdaydı. Gözlerinin içi kırmızının en taze tonunda kavrulurken kafası yerinde değilmiş gibiydi.
Yüzü duygudan yoksun, bakışları bomboştu.
Bugün milyon kere yaptığım gibi derince nefes alıp verdim.
"Ryan..." Diye mırıldandım ağzımın içine doğru. Yanaklarıma düşmek için hazırda bekleyen gözyaşlarım beni zorladığı için sesim acınası çıkmıştı.
Kendine zarar verdiği düşüncesi aklıma gelir gelmez nefes alma yetimi kaybetmiştim. Deli gibi korkmuştum ona bir şey oldu diye.
Gözlerini birkaç kez kırpıştırdıktan sonra transtan çıkmış gibi suratıma baktı ve kaşlarını kaldırdı.
"Jul, bu sen misin?" Diye sordu inanamayarak. Sesi dün geceyi ne kadar kötü geçirdiğini belli edercesine pes çıkmıştı.
İki adımda aramızdaki mesafeyi kapattım. "Benim." Diye fısıldadım. Geri çekildim ve ellerimi yanaklarının iki yanına yerleştirdim.
Bileğimi tutup yüzünü avucuma yaslarken gözlerini kapattı, tenime doğru acizce mırıldanıyordu. "Tanrım, lütfen bu bir rüya olmasın. Lütfen o gerçekten burada olsun."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Dangerous Passions - Bieber
FanfictionÖnümde iki seçenek vardı. Ya beni seven biriyle mutlu olmayı deneyecektim, ya da sevdiğim adamın kolları arasında hayat bulacaktım. Sorun şuydu ki, hangisini seçersem seçeyim işler benim için sarpasaracaktı.