Selamlar! Aylar sonra beraberiz. İyi okumalarrr!
Oy verip yorum atmayı unutmayalım, lütfennn!!!!
Bu bölüm de, önceki bölüm gibi Tolga'nın ağzından anlatılacaktır.
Yeniden, iyi okumalar bebişlerimm!!
...
Tolga ALTINDAĞ'dan
Hayat, her saniye insanları yaralamaya devam ediyordu. Bazıları fiziksel yara alır bazıları ise mental yaralar... Bu yaraların sonunda çoğu insanın yarası kabuk bağlar bir süre sonra geçerdi ama o 'çoğu insanın' içinde olmayan insanlarında yarası dikiş bile tutmazdı. Acısı onu düşürüp dururdu. Ben galiba az olan kısmın içindeydim. Ne zaman yaralarımı hatırlasam onları kaşır, kanatır; canımı daha çok yakardım.
Annem, cennet kokulum... Beni daha küçücükken bırakmıştı, bu kötü zalim dünyada.
Melek olmuştu ama ben bunu kabullenemiyordum.
7. yaşım onu son gördüğüm yaşımdı, onunla en son mum üflediğim yaşımdı, en mutlu ve sevindiğim gündü. Sabahına annemin orman kokulu yeşil gözleri, bir daha bana bakmadı. İncecik kolları, beni sarmadı. Çilek kokusu, tenime sinmedi. Ve bana bir daha güneş doğmadı.
7 Kasım 2010. O gün ben aslında ölmüştüm ama kimsenin bundan haberi yoktu. Mezarlığa ağlayarak girip düz bir çizgi şeklinde çıkan yüzüm bunu belli ediyordu ama beni anlayanı geçtim anlamak isteyen yoktu.
Ruhum ölmüştü, dışarıdan hiç bir sıkıntısı olmayan bir üniversiteli gibi görünsem de içimdeki yaralar kanamaya, kan aktıkça benim yaşama zamanım azalmaya devam ediyordu.
Küçükken annemle hep hayal kurardım. Bir gün bana sesimin çok güzel olduğunu ve bir gün çok ünlü bir şarkıcı olduğumda konserden beni izlemek ve gururlanıp bana gülümsemek istediğini söylemişti.
O günden sonra annem için bir sürü ses dersi almış, ona defalarca şarkı yazmıştım. Belki konserde izleyemese bile gökyüzünden izler diye. İzlerse acaba melek olarak rüyama girer miydi? Belki de girerdi ne de olsa melekler iyi oldukları için istediklerini yapabilirlerdi değil mi?
İnsanları genelde umursamazdım veya farklı görmezdim ta ki, 'o'nu görene kadar.
Ezgi... Dilimde dolanan bestem, gözlerini gördüğümde bile binlerce şarkı yazdığım, gamzesi için dünyayı yakabileceğim o kız.
Ondan hoşlanıyordum, bunun farkındaydım. Ezgi benim için ilkti. Ondan önce kimse için kalbim atmak için bedenimi ezmemişti. O, çok farklıydı.
Anneme benzetiyordum onu. Sanki annem gibi bakıyordu gözleri, bana.
Merhamet. Gözlerinde gördüğüm duygu galiba buydu. Gözleri bana annemin merhametiyle bakıyordu.
Yeşil göz içinde merhamet yaşatan bir duyguydu, benim için. Yemyeşil ağaçlar; kuşlara, böceklere, bitkilere ve bazı hayvanlara yuva olurdu. Dış görünüşünü etkilense de onlardan vazgeçemezdi. Soğukta, sıcakta; yağmurda, güneşte; karanlıkta, aydınlıkta her zaman onlara yaşama şansı sunardı. Kol kanat gererdi, onlara.
Bu duyguyu ilk bana annem tattırmıştı. Sonra ağaçlar, en son ise Ezgi...
Dün, istediğin zaman bana anlatabilirsin dediğinde gözlerinde merhamet ve yardımcı olmayı çok istermişcesine bir tını görmüştüm. O çok ayrı ve farklı bir kızdı. Bunu kendini ilk uçağa bindiğimizde de kafede buluşmamızda da defalarca beraber vakit geçirdiğimizde de görmüştüm. Gözleri, bana hep merhametle bakıyordu. Bakışları beni her ne kadar yaksa da özlemim artıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
NOTASIZ ŞARKI
Genç KurguDikkat!: Bu hikaye, diğer aşk hikayeleri gibi değildir. Karmaşa ve ters köşe bulundurur, iyi seyirler! :) Geçmişi, garip ve gizemli olan Ezgi; üniversiteye geçmiştir. En yakın arkadaşı olan İmge'yle aynı üniversiteyi kazanan Ezgi, orada hem yeni dos...