2PAC

22𒀖 What Knew?

M&M

Hasır şemsiyeden tenime nüfuz eden öğlen sonu güneşini engelleyen sarı gözlüklerimin gördüğü doksanlar filminde oynayan oyuncuların, sere serpe uzandığım şezlongun ucuna kadar köpüklenen denizin içinde ıslak saçlarından omuzlarına mutluluk akarken, ben, seyirci, belki yönetmen, elimde tuttuğum soğuk Mountain Dew'in alışkın olduğum tadını yudumluyor, Jimmy'in meraklı, şeytanın tin tin güldüğü gözlerinden kaçmak için, plaj voleybolu oynarken düşüp durduğumdan kum tanelerinin yapıştığı bacaklarıma yasladığım Vogue dergisini okuyor gibi yapıyordum. Tanrı biliyor, sımsıcak Mayıs ayında soğuk ter döküyordum. Görmüş olabileceğini iddia ettiği mevzu yüzünden tüm yol boyunca gergindim, derginin kapağındaki Anne Hathaway ile bakışıyorduk.

Araya giren, "Hey Taehyung, gelmeyecek misin?" bağırışıyla irkilerek onlara döndüğümde, denizin içinden bana sesleniyor olduklarını gördüm. Girmemekte ısrar ettiğim, yüzüme ışıltılarını düşüren sakin denizin tenimdeki yangını götüreceği gerçeği ile elimdeki teneke kutuyu kızgın kumların üstüne bıraktım. Buraya geldiğim andan beri aklımda dönen girdaptaki denizler hep aynı bayrağı çekiyorlar, tanrıya teslim oluyorlardı; ufacık bir hatanın yüzüme ve karnıma düşürdüğü cehennem ateşinin kıvranmaları altında papazla sohbet etmeye çalışıyor gibiydim ki, bugün de bacaklarım arasından çarşafa boşalan günah, oturduğum yerdeki masum insanlara buluşacak gibiydi. Bu içsel betimleme ile yüzümü buruşturak, hareketlerime yansıyan öfkeyi dergiden çıkardım, artık Anne yüzündeki buruşuklarla hiç güzel görünmüyordu.

Kıyısına oturmaktan başka tenime değdirmediğim denizin beni aklayabileceğini düşündüğüm bembeyazlıkta köpüklerin içinde biraz oyalandım. Boynumdaki annemin inci kolyesi aklıma geldiğinde gerisin geri dönerek çantama koymakla denize dalmak arasında kararsız kaldım. En sonunda belime kadar gelen denizin içine balıklama daldığımda, çeneme çarpan kolyeyle tam da ait olduğum yerde olduğuma ikna oldum. Deniz, onun küçük akıntıları, ileri geri bedenimi oynatan, zamanla alıştığım serin suları tam da düşündüğüm gibi aklımdaki girdaba çekilmiş gemilerin özlemini çektiği huzuru bana bahşetti, birkaç kulaç attım.

Dibinde bittiğim Jimmy'in bacaklarının arasında girerek geriye düşürdüğümde çığlık atarak uzaklaşmaya çabaladı, "Ne konuşuyorsunuz?" dedim Jack'e, gözündeki nemli siyah camlı gözlükleriyle adeta artist bir rol kesen adam, kısmen ıslanmış saçları, güneş kadar sıcak gülümsemesi ile elini, yüzüme yapışmış saçlarıma atarak geriye taradı, "Senin dedikodunu yapıyordu. Sabah bir mesaj gördüğünden bahsetti, ve bilirsin konu Eminem'e geldi." Gözlüğünü indirerek göz devirdi, "Her zamanki gibi." Elini çektiğinde dengemi sağlayarak saçlarımı geriye taradım, "Benimle uğraşmaktan keyif alıyor, halbuki öyle bir şey dememiştim." Yalan söylediğimde yaptığımı söylediği hareketlerimden birini, gözlerimi başka yere kaçırmak ya da dudaklarımı ısırarak dik dik bakmayı yapmamaya çalıştığımda ikna oldu, "Çok alakasız kişiler olduğunuzu söyledim ama, beni dinlemedi. Israrla, Jungkook'un, dostumun kalçasını kavradığında dair bir fantezi-"

İri iri açılan gözlerimi fark edecekken tam alttan hissettiğim bedenle irkilerek geriye düştüğümde, çığlığım boğazıma yapıştı. "Tanrı aşkına!" diye bağırdım su yüzeyine çıkar çıkmaz, "Jack tut onu. Tut, tut." Elimle yüzümdeki tuzlu suyu silerek gözlerimi kırpıştırarak araladığımda Jimmy'in kaçmaya çalışırken Jack'ın onun beline sarılarak boğuştuğunu gördüm. Derin bir nefes aldım, saçlarımı geriye ittirerek yüzüme sıçrayan suyu umursamadan Jimmy'in omzuna çöktüm. Saçları su yüzeyinde kalırken, acımasızca sırıttım. Oh pekâlâ, sadece deniz için geçerli küçük bir oyundu bu. Birbirimizi küçüklükten beri boğmaya çalışırdık, aynı havuza sokmayan ebeveyinlerimizi çileden çıkarmak için bu kez bahçe hortumuyla oynardık. Beş saniye sonra geri çekilerek gardımı aldığımda, saldırısı beklediğim yerden gelmedi, "Seni sürtük. Jungkook ile yattığını bize neden söylemedin!" Aralanan ağzımla ona baktığımda saçını geriye ittirerek sinsi sinsi güldü, "Ne zaman anlatmayı planlıyordun?"