M&M
Yirmi sekizinci kağıdını buruşturup çöpe basket atarken, yeni albümünün en hit parçası olacağını düşündüğü "Bad guy"ı , ara ara oturduğu yerde geriye kaykılıp bana uzun uzun bakarak yazan bir adam tanıyorum. Jeon Jungkook, onu gördüğüm ilk ândan beri içinde zehrini tutan bir yılan gibi tıslıyor, kestiremediğim aklındaki karmaşayı dilinin ucuna getirip getirip söylemediğine emin olmamı tasdikleyecek öfkeyi, gözlerinden bedenime batırıyordu. Deli dehşet manyak bir adamdı. Çocuk yaşının izleri yüzünde belli olsa da, benden iki yaş küçük olduğu gerçeği onu bir ergen olarak görmemi engelliyordu.
Yirmi yaşındaydım, 'eski' sevgilim yirmi beşinde havalı bir rapper olabilirdi ama, içten içe biliyordum ki Jeon Jungkook ile aramdaki çekim: toksik bir romantizmi içeriyor, onun aurasını hayatımdaki tüm erkeklerden ayrı bir yere koyduruyordu. Delirmiş olmalıydım, hayatımda hiç olmadığı kadar iğrenç, travmatik günleri Detroit'te yaşamış olmam bile onun karşımda oturuşu ile aklımda arkaplanda kalıyordu. Ben onu düşünüyor, onu izliyordum dakikalardır.
Dilini yanağına bastırarak, sıkıca tuttuğu kalemle bir şeyler yazarken ortaya çıkan jawline'inin, yüzü biraz daha oturduğunda keskin derecede belirgin olacağına emindim. Dilimin ucuyla çenesini takip edip tekila shot atma isteği belli ki birkaç kişinin aklına geliyor olmalıydı. Zira Jeon Jungkook, biraz kaslı göğsünün yandan bakıldığında görüleceği NBA baskılı sıfır kol tişörtü ve ellerini gamsızca, sanki eyalet polislerince aranmıyormuş gibi ceplerine sokarak yürüdüğü her sokakta dikkat çekebilecek bir tipti.
Köprücük kemiklerinin hemen altında biten boynundaki kalın zincirin süslediği omuzları üstündeki çehre: Kaliforniya sahillerinde güneşlenen pembe bikinili Barbie'lerden, pazar günleri mağrur bakışıyla Kutsal İsa'yı kucağında taşıyan Mary heykeline kadar tüm dişisel varlıkların tutup öpmek isteyeceği bir aura yaymakla kalmıyor; Ken'in Barbie'den ayrılma sebebi olacağı hiç romantik olmayan hetero sinema dizilerinden, Hollywood'un tüm gay erkekleri için birer potansiyel partner teşkil edeceği homo dizilerine kadar tüm evrende tapılacak bir çehreydi ya da ben abartıyordum. İkincisi ya da değil, küçük dudakları altındaki ben, her dudaklarını bastırarak kaşlarını çattığında canımı yakıyordu.
Neredeyse dudaklarıma sürteceğim küçük dudaklarını hırplayarak yirmi dokuzuncu kağıdını hoyrat elleri ile masaya vurarak buruşturdu, avuç içine bulaşmış mürekkep izini umursamadan kağıdı, ağzına kadar doldurduğu küçük çöp kovasına atarak, "Siktir ama." dedi. "Kafanı sikeyim Eminem. Kafanı sikeyim." Bana baktı, başını yana eğerek uzunca dudaklarıma baktı. Önüne döndü, son kağıdına hızlıca birkaç paragraf yazdı.
Sandalyemde geriye yaslanmış, terli ellerimi kot pantolonuma sürterek heyecanımı dizginlemeyi dinamik hâline getirmiş, olduğum yerde küçülecek ona yüzümü sunarken gözlerimi ellerinde tutmayı yeğlemiştim. Rahatsız edici derece dikkatli bakıyor, tenimdeki en ufak benin dahi çetelesini tutabilecek hızla yüzümü tarıyordu. Leş gibi obez teri kokan McDonal's hamburgeri ile karışmış, burnumu sızlatan atmosferin arasında onun anlam veremediğim derecede güzel kokusunu içime çekecek derinlikte nefes alıp masanın üzerindeki suya uzandım. Bunu ben kabul etmiştim, mekana girdikten dakikalar sonra, 'Winona Ryder ruju yakışır.' diyerek konuya girmiş, açlıktan, tadına varamayacak hızla hamburgeri ağzıma tıkar, soslar dudağıma bulaşırken, dolu dolu, 'Ne?' diyebilme iğrençliğime sahit olmuştu. Dudaklarımın o vakit barbekü sosuyla karışık ekmek kırıntısı olduğuna emindim fakat bana, geçtiğimiz yılların en ikonik kadınının, kıvrımlı dudaklarına kondurduğu, ömrüm boyunca kaçtığım tek renk 'kırmızı'nın yakışacağını söylüyordu.
'Anlayamadım.' demiştim yutkunarak, delici gözlerine karşın utanarak peçeteni arkadasındaki dudaklarım arkasına saklamıştım, bana bir süre zihnimin odalarında amerikan rüyası yaşatacak o cümleyi kurmuştu, 'Bana ilham veriyorsun, izin verirsen seni biraz inceleyip birkaç satır yazmak istiyorum. Senin gibilere ithaf edeceğim bir şarkı. Yüzün, olağanüstü güzel. Bunu hiç söyleyen olmuş muydu Taehyung?' Benimle her zamanki ses tonuyla konuşmuş, utançla büyüttüğüm gözlerimle verdiğim onay sonrası oturduğu yerde dikleşerek, mekan sahibinden istediği otuz fotokopi kağıdı ve bir kalemle, yarım saattir ne yazdığını düşünerek delirmeme sebep oluyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
2PAC
FanficOlduğumun yarısı kadar iyi olsaydım, hâlâ senin olabileceğinden iki kat daha iyi olurdum Taehyung. 260323, rapper jk & aktör th.