Sanılanın aksine ailem hiç de kötü birer ebeveyn değillerdi. Beni de bilinçli yetiştirmeye hep özen göstermişlerdi.
Hani herkesin kafasında bir soru vardır ya: "Psikiyatriye gerçek hastalar mı gider, yoksa hasta ettikleri mi?" diye. Oradan çıkarım yapalım.
Asla en yakınlarımdan görmediğim şeyleri, yaşıtlarım olan gerçek hastalardan deneyimlemiştim hayatım boyunca. Hasta ebeveynlerin hasta çocuklarından gördüğüm zorbalık, belki kimsenin etkilenmediği küçüklükteki etkileri vardı ama beni derin etkilemişti. Çünkü hiçbir zaman ailemde bu gibi örnekleri görmemiştim ve asıl iyi olanın kötü tanımına uyan şeyler olduğuna ikna edilmiş bir ergen toplum olarak, kendimde bozulmaya karşı koyacak güç bulamamıştım.
İyi bir aile, kötü olmamı söyleyen bir toplum algısı, kötülüğüyle övgü toplayan bir çevre; beni çelişkinin içine sokmuştu. Bu çelişki de beni asla kabullenemediğim bir hastalığın içine...
Borderline kişilik bozukluğu.
Bazılarınızın ilk defa duyduğu ve hatta tam şu anda araştırmak üzere google'a başvurduğu bu hastalık, beni tam 7 yaşında bulmuştu. Hayır, bir çok bozukluğun aksine genetik bir aktarımla gelmiyordu ve 7 yaşında bir çocuğun başına gelebilecek en kötü şeyler arasında ciddi derece yapabilirdi.
Kendimi bildim bileli hep normal biri olmak için tüm enerjimi verdiğimi hatırlıyorum ve asla normale yakın dahi olamadığımı. Bu yüzden normalliği çok fazla araştırmış ve saçmalıktan ibaret olduğu kanısına varmıştım. Herkesin kendi normali, normalleştirdiği şeyler vardı ve eğer normale toplum tarafından uygun görülen şey olarak nitelendirip o kalıba uymaya çalışıyorsak nasıl kendimiz olabilirdik?
Olamazdık.
Herkes kendi normalini seçmeli ve bunu iyi ve kötüye göre biraz yontulamalıydı bana göre.
Kendim olmaya ama kendim olurken tamamen iyi biri olmaya çalışıyordum. İyi biri olmak da kalıp ve kalıplar da insanları normale sürüklemez miydi? Sadece bunu anlatamamıştım işte aileme ve doktoruma. Normal olmamamı ama iyi olmamı isteyip duruyorlardı. Oysa düzen için iyi kadar aksine de ihtiyaç yok muydu?
Hasta olmasa doktor olmazdı. Peki kötü diye bir kavram olmasa iyi nasıl olabilirdi ki?
Bunları asla kendimi 'normalleştirmek' için düşünmemiştim. Sadece üzerimdeki baskıdan kurtulmak için bu gibi şeyleri düşünmeden duramıyordum. Annemle felsefik düşünce hakkında bir sürü yazı okur bundan çok keyif alırdık eskiden. Her hafta için birer tane aforizma seçer, hafta sonuna kadar bunu düşünürdük ve pazar akşamları beraber salonda tartışma gecesi düzenlerdik. Beraber yemek yemekten bile aciz ailelerin yanında ailemden çok şey öğrenmiştim.
Hastalığım başlarda durağandı. İlaçlarla kendimi gayet sağlıklı hissediyor, düzenli terapiye gidiyordum. Ailemin desteğiyle de zamanla üstümden atacağımı düşünüyordum ki onları kaybedene kadar. Böcek fobisinden etkilenerek ortaya çıkmış bu bozukluğun tüm hayatımı karartan bir rahatsız olması tek bir şeye dolaylanmıştı. Tek bir anımı ayrı geçirmek istemediğim ailemi bir saniyelik anda kaybetmiş, o gün kendi benliğimi de kaybetmiştim.
*Anisoptera: Yusufçuk ya da helikopter böceği olarak bilinir.
Kanatlarını dinlenmeleri sırasında yanlara açık olarak yatay tutmalarıyla kızböceklerinden ayrılan bir alt takımdır. Büyük birleşik gözleri, güçlü saydam kanatları, göz alıcı renkleri ve uzunca vücutlarıyla tanınırlar.
Erkek yusufçuklar ömürleri boyunca yalnızca bir kez çiftleşebildiklerinden tek eşlidir. Bu nedenle yusufçuk simgesi 'ölümsüz aşk' anlamını taşır. Yusufçuk simgesinin insana uğur getireceğine de inanılır.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BÖCEK
Teen FictionKişilik bozukluğu ve entomofobisi olan kız ve bir yandan kızın düzelmesi için çabalarken... ...diğer yandan kızın bodrumunda onlarca böceğe bakan çocuk. "Hayır, sakın b-ben koydum deme! Sepetin içine böcekleri sen koymamıştın di mi Evren?" "İnsanla...