11.Bölüm

147 16 102
                                    

Dün gece geç saatlere kadar Park Sarayı'ndaki işlerle ilgilenmiş, Seonghwa burada olmadığı için onun yapması gerekenlerin çoğunu yapmıştım. Askerler hâlâ Seonghwa'yı aramasına rağmen bir şey bulamamışlardı. Bizim ise tek yapabileceğimiz yaşadığını umarak dua etmekti.

Uyandığımda çoktan gün aymıştı. Yataktan kalkıp pencereyi açtım ve içeriyi havalandırdım. Pencereden dışarı bakarken derin bir nefes aldıktan sonra arkamı dönüp duvarda asılı olan saatin önüne gittim ve saate baktım. Çoktan öğlen olmuştu. Hızla banyoya gidip kısa bir duş aldım ve kıyafetlerimi giydim. Son kez aynadan kendime bakıp odadan çıktım ve aşağıya indim.

Kahvaltı salonu boştu bu yüzden bahçeye çıktım. Yeosang ve Jongho bahçede oturmuştu ve Yeosang yine ağlıyor, Jongho onu teselli ediyordu. Yanlarına gittim ve Yeosang'ın yanındaki boş sandalyeye oturdum.

"Noldu, Yeosang? Neden ağlıyorsun?"

Yeosang elleriyle kapattığı yüzünü açmıştı ve kızarık gözleriyle bana bakmıştı. Cidden içimde bir şeylerin kırıldığını hissetmiştim. Hıçkırıkları yüzünden kendini zorlayarak konuşmaya çalıştı.

"Wooyoung... Wooyoung, onu bulamıyorum. Sabahtan beri yok. O nerede? Yoksa o da mı kaçırıldı? Lütfen Yunho, onu bul. O da giderse tek başıma kalırım."

Ben fark etmeden gözyaşlarım birer birer dökülmeye başlamıştı bile. Yeosang, tekrar yüzünü ellerinin içine gömmüş ve şiddetli bir şekilde ağlamaya devam etmişti. Jongho her ne kadar onu sakinleştirmeye çalışsa da işe yaramamış. En sonunda Jongho'da onula birlikte ağlamaya başlamıştı.

Oturduğum yerden kalktım ve içeri girdim. Hızla merdivenleri çıkıp Wooyoung'un odasına girdim. Etrafa bakındım ama içeride değildi. Hemen aşağıya inip askerlerin yanına gittim.

"Prens Wooyoung, nerede, nereye gitti? Çabuk söyleyin! "

Askerler susmaya devam ediyorlardı bu da sinirimi bozuyordu. Tekrar bağıracağım sırada içlerinden birinin konuşmaya başlamasıyla sustum ve ona döndüm.

"Efendim, Prens Wooyoung sabahın erken saatlerinde saraydan ayrıldı. Sanırım kasabaya indi."

Kasaba mı? Neden bana söylemedi ki? Ne diyorum ben şuan bunları düşünmenin sırası değil. Bakışlarımı diğer askerlere çevirdim.

"Hepiniz çabuk gidin ve Prens Wooyoung'u bulun!"

Hepsi selam vermiş ve yanımdan ayrılmıştı. En azından kaçırılmadığını bilmek güzeldi. Biraz da olsa rahat bir nefes verdim ve bahçedeki ikilinin yanına gittim.

"Yeosang, lütfen sakin ol. Askerler az önce söylediler. Wooyoung sadece kasabaya inmiş. Yani kaçırılmamış. Birazdan onu buraya getirirler."

Kafasını kaldırmış ve burnunu çekerek bana bakmıştı. Dediklerimle yüzündeki üzgün ifade silinmiş ve yerini minik bir tebessüm almıştı. Ani bir hareketle boynuma atlamış, nefes almamı zorlaştıracak kadar sıkıca sarılmıştı. Bende karşılık olarak ellerimi onun sırtına yerleştirmiştim.

"Sana çok teşekkür ederim Yunho. Sen olmasan şuan ne durumda olurduk bilemiyorum."

Bunları söylerken ağlama sesleri tekrar duyulmuştu. Gerçekten son zamanlarda yaşananlar hepimiz için çok ağırdı.

"Önemli değil. Sonuçta Seonghwa benim en yakın arkadaşım. Aynı şey benim başıma gelseydi o da bunları yapardı."

Burukça gülümseyerek benden ayrıldı ve Jongho'ya döndü. Jongho hemen elinde tuttuğu mendil ile Yeosang'ın gözyaşlarını silmişti. Yeosang ise az önceki burukça olan gülümsemeden oldukça farklı bir şekilde sanki yüzünde çiçekler açmış gibi Jongho'ya gülümsemiş ve burnunu çekmişti. Jongho onun bu gülümsemesini gördükten sonra aynı şekilde o da gülümsemiş ve bir elini Yeosang'ın yanağına çıkarıp okşamıştı.

◇~Kingship~◇Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin