Üç gün olmuştu... Onu öpmemin ve dayanma gücüm kalmadığı için kaçmamın üzerinden tam üç gün geçmişti.
Bu üç gün boyunca yanına hiç gitmedim. Durumunun nasıl olduğunu uşaklara sorarak öğreniyor, bazen kapının anahtar deliğinden onu gözetliyordum. Genellikle kapının tam karşısındaki camın önündeki koltukta oturuyor, dışarıyı izliyordu. Çoğunlukla ağlıyordu ve bu içimin acımasına neden oluyordu. Bazen sadece ağlama sesini duyuyordum. Bazense koltukta ağlıyordu.
Şuanda ise o yine ağlıyor, bense onu izliyordum. Koltukta dizlerini kendine çekmiş ve kafasını yaslamıştı. Her ne kadar yüzünü net göremesem ağladığını duyuyordum. Ayrıca arada bir iç çekmesi biraz daha emin olmamı sağlamıştı.
Onu izlemeye devam ederken omzumdan dürtülmemle arkama döndüm. Uşaklardan biri elindeki yemek tepsisi ile bana bakıyordu. Çömeldiğim yerden kalkıp üzerimi düzelttim. Daha sonra uşağın geçmesi için bir iki adım geriledim. Ama son anda aklıma gelen şeyle uşağı durdurdum.
"Sen dur."
Uşak şaşkın bir şekilde geri çekilmiş, bana bakıyordu.
"Ona yemeğini ben götüreceğim."
Uşağın şaşkın ifadesi değişmemişti. Bir tepsiye bir bana baktı ve cevap verdi.
"P-peki efendim."
Yaklaşarak bana doğru uzattığı tepsiyi uşaktan aldım.Uşak yüzündeki şaşkınlığı küçük bir tebessüm ile değiştirdi ve başını eğip bana kapıyı açtı. Uşağın bana kapıyı açmasıyla oldukça gerilmiştim. Kapının açılmaya devam ettiği her saniye sanki kalbime bir hançer saplanıyordu. Gözlerimi sıkıca yumup derin nefesler alıp verdim. Kapının tamamen açılmasıyla gözlerimi açtım. Yüzüme vuran Güneş ışığı sanki o an beni yakıp kül edecekti. Gerçi şuan bunun olmasını isterdim çünkü Seonghwa ile bakışlarımız çoktan birleşmişti. Kafasını yasladığı dizlerinden çekmeden bana çevirmiş ve o kızarmış, biraz şişmiş ayrıca nefret dolu gözleriyle bana bakıyordu.
Birkaç adım atıp kapının önünden çekildim. Arkama dönüp uşağa kapıyı kapatmasını söyledim. Uşak kapıyı kapattığı zaman içimde oluşan büyük korkuyla Seonghwa'ya doğru döndüm. Kafasını cama çevirmiş, kararmak üzere olan gökyüzünü izliyordu. Sıkkınlıkla nefes aldım. Yönümü yatağın önündeki masaya çevirdim ve birkaç adım daha atıp elimdeki tepsiyi üzerine koydum.
Tepsiyi masaya koymamla omzumdan tutularak arkaya çevrilmem bir olmuştu. Arkama döndüğümde Seonghwa o nefret dolu gözleriyle beni öldürecek gibi bakıyordu. Şaşkın, korkmuş ve anlam veremeyen bir biçimdeydim. Tam onun ne yapacağını düşünüyordumki aniden beni itti. Hem bana bağırmaya hemde beni sürekli ittirmeye başladı. İttirirken aynı zamanda üstüme doğru yürüyordu.
"Sen ne kadar kötü bir insansın! Beni kullanırken hiç utanmadın mı!? Hiç acımadan mı bana!?"
Bu dediklerine fazlasıyla şaşırmıştım. O ise ağlamaya başlamıştı. Beni bir kere daha ittikten sonra ona cevap verdim.
"Seonghwa sen... Sen neyden bahsediyorsun?"
"Huh!? Neyden mi bahsediyorum!? Beni öpüp bırakmandan, beni kullanmandan bahsediyorum Hongjoong!"
"Kullanmak mı? Seong-"
"Beni sırf bu pis şeyleri yapmak için kaçırdın değil mi!? Senin yüzünden kaç gündür kardeşlerimi göremiyorum ben! Kim bilir şuan ne haldeler!? Ayrıca... Ayrıca b-benim anne ve babam öldü. Ben onların c-cenaze törenine katılamadım."
Göz yaşları gittikçe çoğalıyordu. Başını eğdi ve yüzünü ellerinin içine alarak olduğu yerde ağlamaya devam etti. Hıçkırık sesleri bütün odayı doldurmuştu. Bense sadece ona bakıyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
◇~Kingship~◇
RomanceGece ansızın anne ve babası öldürülen Veliaht Prens Seonghwa, cinayet yerinde bulunan mektupta yazan yere tek başına gider ve kaçırılır. Kardeşleri ve en yakın arkadaşı Kral Jeong Yunho ise onu bulmak için ellerinden gelenleri yapmaya başlarlar. Ama...