Yunho hyung tam üç gündür buradaydı. Jongho, Yeosang ile ilgilendiği ve ben tek kaldığım için sürekli etrafımda dolanıyordu. Bundan artık bıktığım için ondan gizlice kasabaya inmiştim. Biliyorum beni bulamadığı için endişelenicekti ama ne yapayım bu aralar cidden çok sinirimi bozuyordu.
Etrafta öylece dolanırken güzel kumaşların olduğu bir tezgah dikkatimi çekti. Yaklaşıp kumaşlara bakmaya başladım. Tezgahtar geldiğimi gördüğü gibi diğer tezgahtarlarla dedikodu yapmayı kesip tezgahın başına geçti.
"Ooo, Prensim hoş geldiniz sefalar getirdiniz. Buyurun ne istemiştiniz."
Dediklerine pek dikkat etmemiştim çünkü gözlerimi tezgahtan alamıyordum. Tezgahtar biraz duraksayıp etkilendiğimi anladıktan sonra konuştu.
"Görünüşe göre kumaşlar hoşunuza gitmiş. İsterseniz aradığınız şeyi bulmanıza yardım edeyim."
Elimi 'gerek yok' anlamında kaldırdım ve yüzüne bakmadan tezgahtaki kumaşları karıştırmaya başladım.
"Gerek yok, öylesine bakıyorum zaten. Sadece dikkatimi çektiler."
"Peki, Prensim. Siz öyle diyorsanız."
Az önceki mutlu ve heyecanlı sesi biraz hayal kırıklığına uğramış gibi çıkmıştı. Ama kimin umurunda sonuçta beni ilgilendiren onun duyguları değil kumaşlarıydı.
Bir sürü kumaşı karıştırdıktan sonra kenarda adete 'beni al' diye bağıran vişne çürüğü saten kumaşa elimi uzattım. Tam tutup önüme çekmeye çalıştığım sırada başka bir el daha onu tutmuştu. Gözlerimi yavaşça ilk önce kumaşı tutan ele, oradanda elin sahibine çıkarmıştım. Tutan kişi oldukça yakışıklıydı ve yüzünde ciddi bir ifadeyle bana bakıyordu. Ama yakışıklılığı umurumda değildi çünkü ben kumaşı istiyordum ve alacaktım.
Bir şey demeden kumaşı kendime doğru çektim. Çekmeme karşılık olarak o da kendine doğru çekmişti. Bir-iki kere daha böyle çektikten sonra dayanamayıp konuşmaya başladım.
"Hey, bırak şunu ilk ben aldım."
Alay edermiş gibi güldü.
"Hah, öyle mi Ufaklık? Asıl ilk ben aldım o yüzden bırakmayacağım."
Bunu söylerken yanıma doğru gelmiş ve aramızdaki boy farkı az olmasına rağmen hafifçe eğilmişti. Bu adam şimdiden sinirlerimi tepeme çıkarmıştı. Yunho hyung bile beni bu kadar sinir etmiyordu. Kaşlarımı çattım ve gözlerimi büyüterek cevap verdim.
"Birincisi, ben Ufaklık değilim. İkincisi, kumaşı ilk ben aldım. Üçüncüsü ise sen bir Prens ile nasıl böyle konuşabiliyorsun?"
Son dediğimle birlikte büyük bir kahkaha atmıştı. Bu salak niye böyle gülüyordu ki şimdi? Sahte gözyaşlarını silip bir elini omzuma koydu.
"Ahh, Ufaklık. Sen prenssinde, ben ancak zengin insanların giyebileceği kıyafetleri giyen, seninle pahalı bir kumaş için kavga eden bir köylü müyüm?"
Boştaki elimle omzumdaki elini ittim. Daha sonra derin bir nefes alıp sakince konuşmaya çalıştım.
"Bak, bu kumaşı ilk ben tuttum. O yüzden benim hakkım. Ayrıca prens isen kumaşın aynısından getirtebilirsin. Hatta daha iyilerini bile bulursun. O yüzden lütfen şimdi bırak."
Az öncekine göre daha küçük bir kahkaha atmış ve biraz daha bana doğru eğilmişti.
"Hmm, belki bunu yapabilirim ama unutma ki sende bir prenssin..."
Kenarda duran elini kaldırmış ve işaret parmağıyla dalga geçer şekilde kafamın kenarına belirli aralıklarla yavaşça vurmuştu.
"Yani aynısını sende yapabilirsin, Ufaklık."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
◇~Kingship~◇
RomanceGece ansızın anne ve babası öldürülen Veliaht Prens Seonghwa, cinayet yerinde bulunan mektupta yazan yere tek başına gider ve kaçırılır. Kardeşleri ve en yakın arkadaşı Kral Jeong Yunho ise onu bulmak için ellerinden gelenleri yapmaya başlarlar. Ama...