Ben ve Yeosang, onun odasındaydık. Yeosang ona verdiğim kalem, kağıtla yatakta oturarak bir şeyler çizerken bende camdan dışarı bakıyordum. Yunho hyung arabaya binip bir yere gidiyordu ama nereye gittiği hakkında hiçbir fikrim yoktu. Umarım başını belaya sokmazdı.
"Neye bakıyorsun, Jongho?"
Hızlıca perdeyi çekip yüzüme yerleştirdiğim gülümseme ile Yeosang'a döndüm.
"Hiç, sadece hava nasıl ona bakıyordum. Belki birlikte piknik filan yaparız. Olur mu?"
Yüzündeki gülümsemenin daha da büyüdüğünü görmek içimi huzurla doldurmuştu. En azından piknik filan yapıp bir şeylerle oyalansak kendini biraz daha iyi hissederdi. Çünkü bu yaşananlardan oldukça etkilenmişti ve ben onun iyi olmasını istiyordum.
"Olur ama nerede yapacağız?"
Dediği şeyle duraksadım ve düşündüğümü belli edecek sesler çıkararak bütün olanakları gözden geçirdim. Kısa bir süre öyle düşündükten sonra aklıma gelen yerle parmaklarımı şıklattım ve işaret parmağımı ona doğrulttum.
"Sarayın biraz uzağında bir şelale vardı, hatırlıyor musun?"
Dediğimle kaşlarını kaldırarak olumlu anlamda başını salladı.
"Evet, evet. Hatırlıyorum, orası cidden çok güzel."
"O zaman hadi kalk da gidip hazırlık yapalım ve bir an önce oraya gidelim."
Dediğim şeyle yatağa yaklaştım ve elimi oturan bedene uzattım. Bacaklarının üstündeki kağıdı ve kalemi yatağın üstüne bıraktıktan sonra uzanıp elimi tuttu ve ayağa kalktı. Tuttuğu elimi bırakmadan birlikte aşağı indik.
Mutfağa gidip büyük bir piknik sepeti aldık ve içine gerekli olan her şeyi koyduk. Yeosang'ın ısrarlarına rağmen sepeti ben aldım ve taşımaya başladım. Birlikte saraydan çıktık ve Yeosang'ın bu seferki ısrarı üzerine yürüyerek gitmeye karar verdik. Yol boyunca konuşmuştuk ve gülmüştük. Yaşananlar aklına gelmesin diye elimden gelen her şeyi yapıyordum.
En sonunda şelale görüş alanımıza girdiğinde yanımdaki beden sevinçle koşmaya başlamıştı. Onun bu tatlı haline gülmüş ve yürümeye devam ederek yanına gitmiştim. Yorgunluktan kendini yere bırakmış ve uzandığı yerde derin nefesler almaya başlamıştı. Sepeti yere bırakarak uzanan bedenin yanına oturdum. Temiz havayı derince içime çekip bakışlarımı ona çevirdim. Gözlerini kapatarak derin nefes almaya devam ediyordu.
Bir süre hiçbir şey demeden sadece onu izledim. Sonrasında ise o güzel gözlerini açmış ve bakışlarımızı birleştirerek bana uğruna ömrümü feda edebileceğim gülümsemesini sunmuştu. İfadesini bozmadan uzandığı yerden doğrularak dirseklerinin üstünde durmaya başladı.
"Ne oldu, neden öyle bakıyorsun?"
Sorduğu soruyla başımı hafifçe sallayıp kendime geldim ve bakışlarımı önümdeki şelaleye çevirdim.
"Bir şey yok, sadece dalmışım."
Birkaç saniyenin ardından hareket sesleri kulağıma geldi, büyük ihtimalle bana yaklaşıyordu ve kulağımda hissettiğim sıcak hava ve nefes sesleri ile tahminim doğru çıktığını anlamıştım. Bir elini koluma atıp kolumu okşamaya başladı, bense bu ani hareketiyle donup kalmıştım.
"Bana dalmak yerine ikimiz suya dalsak mı, Jong~"
Kulağıma fısıldadığı şeyle kafamı ona doğru çevirdim, yüzünde hiç alışık olmadığım sinsi bir ifade vardı ama nedenini bilmediğim halde bu ifade oldukça hoşuma gitmişti. Birden ayağa kalktı ve üzerindekileri çıkarmaya başladı. Şaşkınlıkla ona bakarken bende ayağa kalktım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
◇~Kingship~◇
RomanceGece ansızın anne ve babası öldürülen Veliaht Prens Seonghwa, cinayet yerinde bulunan mektupta yazan yere tek başına gider ve kaçırılır. Kardeşleri ve en yakın arkadaşı Kral Jeong Yunho ise onu bulmak için ellerinden gelenleri yapmaya başlarlar. Ama...