Keyifli okumalar...
Yeni yıl.
Yağmur yağıyor. Bu berbat bir şey.
Yağmurun sesi çok fazla, hatta o kadar fazla ki diğer bütün sesleri bastırıyor. Pencerenin önünde oturup cama üfleyerek onu buharla kaplıyorum. Sonra da üzerine parmağımla küçük bir yıldız çiziyorum. Alnımı dayadığım cam soğuk. Kalbimin içinde de yağan yağmurla birlikte başka bir dünyada olduğumu hissediyorum.
Hediyeleri açmam için beni çağıran annemin sesini bile duymuyorum. Beni çağırdığını, elini omzuma koyup zamanın geldiğini söylediğinde fark ettim. Ve o sırada, hiç kimseden bana yıldız yansıtan lamba hediye etmesini istemediğimi hatırladım.
Sabahın ilk saatleri sona erdi. Bugün amcamlara yemeğe gideceğimiz için kırmızı beyaz pötikareli çirkin bir elbise giymek zorunda kalacağım. Neyse ki kuzenim Andrea ve Hindistanlı arkadaşı Ravina da orada olacak. En azından onlar olunca biraz eğleniyorum. Özenle yatağın üzerine serilmiş elbiseye hiç bakmadan annemin arkasından salona gittim. Çam ağacımızın hayatta olması bir mucize çünkü annemle babam ağaçlardan bek anlamıyor. Biraz ışık görsün diye balkonun camının önüne koyduğumuz bu çam ağacının iğne yapraklarının çoğu daha şimdiden kurumuş ve çok hafif olsalar da top süsleri taşıyacak gibi gözükmüyorlardı. Alışveriş merkezindeki satıcı bahara kadar dayanacağını söylemişti. Yine de Ottimo Turcaret ağacın saksısına çişini yapmamalıydı. Bunu yaparken onu görmedim ama kokusunu alabiliyordum. Ağacın önündeki halının üzerine oturup hediyeleri kokladım. Onlara bir şey olmamış gibi gözüküyordu. Babam dün gece hediyeleri ağacın en alttaki dallarının üzerine koyduğu sırada benim uyuduğumu sanıyordu. Ama böyle bir şey olurken nasıl uyuyabilirim ki? Yeni yıl herkes için, hatta benim gibi gözlüğü olmadığında gökyüzünde sadece Ay'ı görebilen biri için bile güzel bir zaman.
Annem hediyesini ellerimin arasına yerleştirdi. Altın renkli, etrafını saran kırmızı bir kurdeleyle güzelce bağlanmış küçük bir paket. İçinden kulaklık ve küçük bir müzik çalar çıktı.
“En sevdiğin şarkıları indirdim.”
Güzel bir hediye. Bunu hiç beklemiyordum. “İçine sesli kitap da koyabilir miyim?”
Annem babama baktıktan sonra babam yanıma gelip diz çöktü. “Dinleyebileceğin kitaplar olduğunu nereden biliyorsun?
“Yardımcı öğretmenim söyledi.”
Babam, benim Ottimo Turcaret'e yaptığım gibi başımı okşadı. Kötü bir his değildi. “Peki, hangi kitapları istiyorsun”
İşaret parmağımla gözlüğümü düzelterek ona baktım. “Senin en sevdiğin kitabı.”
Babam gülümsedi. “Tamam. Bana birkaç gün ver. Senin için onu internetten yükleyeceğim.”
Sonra bana kendi hediyesini verdi. Anneminkinden daha büyük, yumuşak bir paketti. Onu yavaşça açtım. Umarım bir . kazak değildir. Akrabalar, kıyafet hediye ettiğinde genellikle doğru bedeni tutturamazlar ve aslında nefret ettiğin rengin en sevdiğin renk olduğunu zannederler. Yine de kabalık etmemek için böyle olduğunu onlara söyleyemezsin. Üstelik, onları her ziyaret edişinde üzerine oturmayan o kazağı giymek zorunda kalırsın.
Ama babamın hediyesi bir kazak değildi. Yırttığım hediye kâğıdının içinden rengarenk bir battaniye çıktı. Onu dizlerimin üzerine serdim. Yün iple örülüp birbirine eklenmiş kare parçalardan oluşuyordu. Hepsinin rengi birbirinden faklıydı: Sarı, pembe, yeşil... Güzel ve canlı renklerdi. Elimi üzerinde gezdirdim. Yün battaniye, insanın üzerine oturmayan o kazaklar gibi kaşındırmıyordu. Pürüzsüz ve ipeksi bir dokusu vardı. Onun altına girip hiç hareket etmeden halının üzerinde yatarak yağmuru dinlemek istedim.
Bir babadan alınacak tuhaf bir hediyeydi. Şaşkınlığımı fark etmiş olacak ki yanıma oturdu ve bu battaniyenin onuncu yaş günüm için büyükannemin hediyesi olduğunu söyledi.
“On yamayı zamanında tamamlayabilmek için geceleri geç saate kadar oturuyordu. Bunu hastaneye gitmeden kısa bir süre önce yapmaya başlamıştı. Onu oraya götürdüğümüz zamanı hatırlıyor musun?”
Babam gözlerimi görmesin diye battaniyeye baktım. “Evet,”Sonra aklıma bir şey geldi. “Neden sadece sekiz parça yapmadı? Daha erken bitirebilirdi. O, ağaçta yaşamaya başlamadan önce ben daha sekiz yaşımı doldurmamıştım ki.”
“Sürpriz yapmayı seviyordu ve onu sana sekiz yaşındayken vermek istemedi. Biraz zaman geçtikten sonra da onu hatırlatacak bir anı bırakmak istiyordu.”
“Hastaneden geri dönmek istiyor muydu?”
“Öyle söyleyebiliriz, evet.”
Mutluydum. O kadar mutluydum ki annemle babam için aldığım hediyeleri vermeyi unuttum. Zaten onlara sadece ikisi: nin yüzünü çizerek yaptığım resimleri verecektim. Onları evin girişindeki gümüş çerçevenin içinde duran düğün fotoğraflarına gizlice ve dikkatlice bakarak yapmıştım. Resimleri bu akşam yastıklarının üzerine koyacağım.
Öğle yemeği için hazırlanmadan önce aklıma başka bir şey
geldi. “Ama bugün benim onuncu yaş günüm değil ki.”
Annem ve babam bir süre birbirlerine baktıktan sonra cevap verdi. “Sürprizi birkaç ay öne almak istedik. Battaniyeyi daha fazla saklayamazdık. Bu çok heyecan vericiydi.”
Bir süre sessiz kaldıktan sonra birbirlerine hediyelerini verdiler. Onlara her şeyi anladığımı, bu güzel battaniyeyi bana şimdi vermekle iyi yaptıklarını söylemek istiyordum. Hâlâ görebil. diğim için battaniyeyi de görebiliyorum. Onu omzuma aldım. Kırmızı ve lacivert renkli yamalar terliklerime değiyordu. Tam o sırada birden onlara sormak istediğim diğer soruyu hatırladım. “Karanlıkta kaldığımda beni renk okuluna gönderecek misiniz?”
Birbirlerine verdikleri hediyeler için teşekkür etmeyi bıraktılar. Galiba ne söyleyeceklerini bilemiyorlardı.
Ravina bugün çok güzel. Yan taraftan ördüğü saçları göğsüne kadar uzanıyor. Gözlerini mavi kalemle boyamış. Hint elbisesi değil, normal bir elbise giymiş. Beni görünce gelip sıkıca sarıldı ve hemen hediyesini verdi: Üzerinde flamingo ve kurbağa resmi olan bir poster.
Kurbağa flamingonun gagasındaydı ama kuş henüz onu yutmamıştı, çünkü kurbağa bacaklarıyla flamingonun boynunu sıkıyordu. Flamingonun yüzünden onu yutmak istediği ama kurbağa boynunu sıktığı için bunu yapamadığı anlaşılıyordu. Resmin altında bir yazı vardı: NEVER EVER GİVE UP Ravina'ya bunun ne anlama geldiğini sordum.
“Asla ama asla pes etme. Tıpkı kurbağa gibi.”
Gülmeye başladım. “Ama zaten kurbağanın işi çoktan bitmiş!”
Ravina parmağıyla hafifçe burnuma vurdu. “Henüz değil, Mafalda. Henüz değil.”
“Peki bu mücadele ne zaman bitecek?”
“İkisinden biri pes ettiğinde.”
“Sence önce kim pes edecek?”
Ravina bir süre postere baktı. “Bunun bir önemi yok. Öney olan şey, asla ama asla pes etmemek.”
Postere yaklaşıp onu yakından inceledim. Kurbağanın durumu gerçekten de hiç iyi gözükmüyordu. Kafasının taman, flamingonun gagasının içindeydi ve küçük ayakları dışandı sallanıyordu.
“Evet ama bu çok yorucu bir şey.”
“Peki, sen yorulmamak için kuşun seni yutmasını mı tercih ederdin?”
“Hayır! Bu iğrenç bir şey!”
“O halde...”
“...asla ama asla pes etme. Anladım. Teşekkürler. Bu akşam onu odama asacağım.”
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kiraz Ağacı İle Aramızdaki Mesafe
ChickLitDurup kiraz ağıcını selamlıyorum. Babamla birlikte her gün geçtiğimiz sokaktan bakınca onu uzaktan - ama sadece biraz uzaktan - görebiliyorum Aslında karşımda gördüğüm şey renkli bir leke ama ben onun ağaç olduğunu yani hayallerimde ki gibi iyi yüre...