4.Bölüm - Taş

20.6K 560 43
                                    

İyi okumalar.

***







On gün sonra...


Fırtına vardı dışarda. Rüzgarla karışık yağmur yağıyordu. Odanın penceresinin önünde ki sedirde oturmuş yazma oyalıyor, bir gözüm evin önünde kocamı bekliyordum. Saat on ikiyi bulmuştu. Son bir kaç gündür köyün epey ötesinde dağ ürkmüş, taşlar yola yığılmış onu açmaya çalışıyorlardı. Erken gidiyor, geç geliyordu. Gelince de ona yemek hazırladığım sırada sızıp kalıyordu.

Biz evleneli on bir gün oldu. O günden sonra kaynanam etrafımda dört dönse de ağzımı açıp tek kelime etmediğimden nazlanıp duruyordu. Kırılmıştım. Oğlunu tanımıyormuş gibi davranmıştı. Unuttuysa bile sırf o kızmasın diye he derdi insan. Hiç gerek yoktu canımın yanmasına.

Kocamı anlayıp koynuna girsem de kayananama olan kırgınlığım bir türlü geçmiyordu. Yaşı küçük demeyi biliyor, elime iş verdirmiyordu ama bu yaşı küçük kızın dayak yiyeceği demek miydi?

O zamanlar başladım hayatı sorgulamaya. Önceleri küçüktüm ama kocasının karısı olunca kadın olma yolunda olduğumun fazlaca bilincindeydim.

Gök gürültüsü beni yerimden sıçratmıştı. Mahir hâlâ dışarıdaydı ve ben gök gürültüsünden çok korkardım. Yine gözlerim yoldayken yorganın altına girmek gelmedi içimden. Odanın sobası usul usul yanıyordu, odam sıcaktı artık.

Biraz sonra bahçe kapısı aralandı, gelmişti ama... Yerimden fırladım. Odadan çıkıp kapıya koşarken yüreğim ağzıma gelmişti. Mahir'in bir arkadaşının yardımıyla yürüyordu. Kapıyı açtığımda sırada beni gördü hemen. Sağanak tüm hızıyla devam ediyordu.

"Ne oldu?" diye sorarken kolunu arkadaşının omzundan alıp benim omuzuma sardı.

"Ayağının üstüne taş düştü yenge. Birkaç gün üstüne basmasın dedi çıkıkçı."

"Tamam."

"Hayırlı geceler Mahir."

Mahir bana kızıyordu yine, öyle ki arkadaşına bakmadı bile. Onu eve alıp kapıyı kapattım. Odamıza giderken bütün yükü bendeydi. Buna rağmen burnunu başıma yaslamıştı. Derin derin soluyordu. Yatağa oturttuğumda elleriyle kendini sabitlemeye uğraşıyordu buna rağmen ellerimi üzerinden çekiyorum diye atılıp ellerimi tuttu.

"Yemek ısıtacağım."

"İstemem."  Ses tonu asla azalmayan bir öfke barındırıyordu. Sanki benimle bana sürekli kızmak için evlenmişti. Aklım ermiyor, zaten de almıyordu. Anlamıyordum onu, daha çok küçüktüm.

"Aç değil misin?"

"Benden başka kimseyle konuşmayacaksın!"

Derdi belli olmuştu. Ama onun gönül yarası olduğunu bilmiyordum, beni ben olduğum için, karısı olduğum için kıskanıyor sanıyordum. Meğer o korkarmış, ezilmiş onurunu benim üzerimden tamir etmeye çalışırmış, bilmiyordum.

" Tamam."

Her istediğine tamam dedim, her sözünü baş tacı ettim ama bu bana pahalıya patlayacaktı. Dedim ya önce yanmayı, sonra yanarak sevmeyi, daha sonra hasretle sevmeyi öğretecekti bana. Hemde kendine bakmadan, ben ne yapıyorum demeden yakacaktı beni.

Beni üstüne çekti, yine başladı tenime hükmetmeye. Ben aç olduğu için böyle öpüyor sanıyordum. Her yerim bu yüzden kızarıyor, morarıyor, sızlıyor sanıyordum. Öte yandan alışıyordum, dokunmaları, öpmeleri, birbirimizde kaybolmamız hoşuma gidiyordu.

Acıyan ayağı umurunda olmadan açtı pantolonunu, sonra eteğimin altında olanı çıkarıp oturdum üstüne. Kollarının baskısı kemiklerimi acıttı ama ben bunun acısını sonra hissedecektim.

Dakikalarca seviştik. Dakikalarca öpüştük. Her birliktelik sonrasında sanki bana dokunmamış gibi davrandığını yavaş yavaş anlıyordum.

Yıkandım, onu da yıkadım. Giydirdim, yatırdım, sobaya biraz daha odun atıp bende yattım. Yine sırtını döndü. Bana gecelerce sırtını izletti.

Sustum...

Hep susarım çünkü ben, baş kaldırmak tabiatımda yoktur. Öğretmedi nenem. Hakkını savun, gerekirse söke söke al demedi. Ben bunları da bir başıma öğrenecektim. Sadece bir zaman sonra...



***

Bölüm sonu....

Yorum yaparsanız çok sevinirim.

Okuduğunuz için teşekkür ederim...

KüçücüğümHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin