Ey sol yanıma düşen ince sızım, öyle tepkisiz kalma. Yaktığın yürektir çıra değil...Nazım Hikmet
🍂
" A...A-li..." İsmi dudaklarımdan heceler halinde döküldü. Bakışları önce ellerime ardından yüzüme, sonra tekrar ellerime döndü. Benimle, sıkı sıkıya tuttuğum defter arasında gidip gelen bakışları sonunda gözlerimde kaldı. Yutkundum. Ne diyeceğimi bilemedim. Bir çok duygu içimde birbirine karışmış durumdaydı. Şaşkındım, heyecan doluydum ve mahçuptum. Mahçuptum çünkü ona ait bir şeyi ondan izinsiz okumam hiç doğru değildi. Yine de beklediğim gibi bir tepki vermedi. İçinde bulunduğumuz bu absürt durumu oldukça sakin karşıladı. Tek sorusu " ne kadarını okudun?" oldu. Sorusu karşısında yüzümü mahcubiyetle yere eğdim. Daha önce hiçbir sorusunu cevaplamakta bu denli bocaladığımı hissetmemiştim. Dilim dolanacak endişesi ile peş peşe yutkunarak boğazımı ıslattım.
" Kafamın karışmasına sebep olacak kadarını..." kelimeler dilimden büyük bir hızla döküldü. Yüzüm yerdeydi. Ona bakamadığım için ne yaptığını, nasıl bir ifadeye sahip olduğunu bilmiyordum. Ama kalp atışlarını sanki kendi göğsümde hissediyordum. Kısa bir sessizlik oldu ve saniyeler içinde sesi dolu dizgin çarpan kalp atışlarıma karıştı. " O halde hepsini oku. Belki sorularına cevap bulabilirsin."
Bu söylediğine öğrendiklerimden daha çok şaşırdım. Beni azarlamasını hatta bu yaptığımın yanlışlığı konusunda uzun bir konuşma yapmasını bekliyordum. Utançla kıvrıldım. Ondan izinsiz en özel hatta en mahrem eşyasını kurcaladığım halde nezaketi elden bırakmıyor oluşu takdire şayandı. Bu kadar anlayışlı olmak zorunda mıydı? Bu tavrı kendimi daha kötü hissetmeme sebep olmuştu.
Bana altın tepside kalbini sunuyordu. Bu öylesine basit bir şey değildi. Elimi yakan bu defter onun kalbinin içindekilerle doluydu. Ve bu benim için yeryüzündeki her şeyden daha kıymetliydi.
Mahcubiyetimi dile getirecek birkaç sözcük sıralamaya hazırlandığım sırada ezan sesi tüm odayı doldurdu. Hemen akabinde Ali'nin yumuşak sesini işittim. "Hadi orucunu aç. O elindekini okumak için fazlasıyla zamanın olacak." Böyle söylemesi mahcubiyetimi büyütmekten başka bir işe yaramadı. Yüzüm utançla yanıyordu. Defteri kıymetli bir mücevhermiş gibi koltuğun kenarına usulca bıraktım. Kendimi odanın içindeki banyoya attığımda aynada ki aksimle karşılaştım. Yanaklarım al al olmuştu. Gözlerim heyecanla parlıyordu. O güzel yüreğinden dökülen her satırı kana kana içmek istiyordum. Ben gizli saklı onu içimde büyütürken, onun beni hiç bilmediğim bir tarihten bu yana kalbinde sakladığını öğrenmek... Sanırım kalbim bu güne kadar hiç bu denli kuvvetli çarpmamıştı. Şuan göğsümden fırlayıp dışarı çıkacakmış gibiydi.
Ellerimi güzelce yıkadıktan sonra yüzümde ki sıcaklığı alma isteği ile soğuk ellerimi yüzüme uzun uzun bastırdım. Utanç, heyecan ve mutlulukla yanıyordu yüzüm.
Odaya geri döndüğümde ondan tarafa hiç bakmadım. Anneannemin özenle paketlediği yemekleri çantadan çıkardım ve odadaki tek göz elektrikli ocakta sırasıyla ısıttım. Tekerlekli masayı Ali'nin önüne itip yemeğin bir kısmını onun tabağına koydum. Tüm bu süre içerisinde ikimiz de tek kelam etmemiştik. Gözü üzerimdeydi. Bunu ona yandan yandan attığım kaçamak bakışlarda fark etmiştim. Yemeğini önüne bıraktıktan sonra hızlıca arkamı döndüm. Onunla göz göze gelmeye çekiniyordum.
Yemeğin kalanını kendim için aldım ancak tek lokma yiyebilecek durumda değildim. Onca saat aç kalmamışım gibi dolu hissediyordum. Yine de yerime oturup orucumu açtım ve yiyebildiğim kadarını yedim. Kalanını daha sonra sokak hayvanlarına vermek üzere bir kutuya döktüm ve odanın içindeki mini buzdolabına kaldırdım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Karşı Evin Penceresi
SpiritualKarşı ev denince kalbimi çarptıran bir sebep vardı. Karşı evin kapısı... Karşı evin balkonu... Karşı evin fertleri... Karşı evin penceresi...! Hatta ve hatta karşı evin çatısı... İçinde karşı ev sözcüğü geçen her cümle kalbimde heyelandı. Çünkü karş...