yorgun adımları, sokağın sonuna geldiğinde kendini yere bıraktı. duvara yaslandı ve gözlerini kapattı. bacaklarını kendine çekti, ellerini başına götürdü ve göz yaşlarını serbest bıraktı.
4 temmuz
kızıl saçlı çocuk, evinden ayrılıp okula gitmek için beklerken durakta, kulağındaki kulaklıktan son ses müzik dinliyordu. müzik sesini bölen aramaya göz devirdi ve telefonu açtı.
"ne var lan?"
"ilk iki ders boşmuş oğlum, hiç binme otobüse sizin oraya geliyoruz." dedi telefonun arkasındaki ses.
minho, anlamamış gibi kaşlarını çattı.
"ben duraktayım seung. ilerideki marketten bir şeyler alayım da kulübe'ye gelirsiniz." seungmin, minho'nun dediğini onayladıktan sonra telefonu kapattı.
okul çok erken saatte başlayıp erken biterdi, gün henüz aymamıştı bile. minho genelde beş buçuk gibi otobüse biner altıda ise okulda olurdu. bazen de yürüme gidip gelmeyi tercih ederdi.
bu saatte durak çok dolu olmazdı, kendi mahallesinde aynı okulda okuduğu bir kaç öğrenci ve sabahın köründe kalkıp güne giden teyzeler dışında kimse olmazdı.
kulaklığındaki müziği değiştirip yolun karşısındaki büfeye girdi. dört şişe bira ve bir kaç paket sigara aldıktan sonra çıktı.
onun da sabah kahvaltısı buydu işte.
elindeki poşet ve kulağındaki kulaklıklar ile sokağın sonuna doğru yürürken yoldan geçen sarhoş adamlara göz deviriyordu.
burası genelde geceleri güvendeydi, buradaki çoğu bar, pavyon tarzı yerler gece belli bir saatten sonra açtığı için o saatlerde korumalar ve güvenlikler işlerini düzgün yapardı.
sokağın sonundaki kulübelere vardı, kapıyı açıp içeri girdi ve mutfağa adımladı. buraya çoğu zaman arkadaşlarıyla gelirdi. içerisi havasızdı, camı açtı.
mutfağın camı yan yana dizili olan barların önündeki duvarlara bakıyordu. camı açtığında uzaktan ne olduğunu anlamasa da birini gördüğünde elindeki poşeti mutfak masasına bırakıp dışarı çıktı.
duvar kenarında yüzü gözü yara bere içinde olmuş, parmakları kan olan çocuğa yaklaştı. bu çocuğu tanıyordu. hyunjin yan sınıfındaydı, sabahları otobüse binen bir kaç kişiden biriydi o da.
fakat hiç tanışmamışlardı, konuşmamışlardı. minho, ne yapacağını bilemeyerek hyunjin'in yanağından tutup başını kendi olduğu tarafa çevirdi. bu hareket ile yüzünde hala kurumamış olan kanlar harekete geçti.
minho, hyunjin'e daha çok yaklaşıp çocuğun başını elleri arasına aldı ve onu uyandırmaya çalıştı.
ama uyanmadı. baygın mıydı? yoksa sadece derin bir uykuda mıydı anlamamıştı minho. sokağın bir köşesinde bu halde derin bir uyku çekiyor olamazdı herhalde?
çalan müzik sesiyle etrafına bakındı, hiç bir şey göremeyince hyunjin'e döndü ve telefonunun çaldığını fark etti.
'jisung' diye biri kayıtlıydı. telefonu açtı ve karşı tarafın konuşmasını bekledi.
"hyunjin! neredesin oğlum sen? gece konuştuk gelmedin, şimdi de okulda yoksun." dedi hızlıca.
"jisung, minho ben." dedi minho, jisung sınıf arkadaşıydı. pek muhabbetleri yoktu fakat böyle bir durumda ona haber vermemek yanlış olurdu.
"lee olan minho mu lan? sen niye açıyorsun hyunjin'in telefonunu?"