1🌱

2.9K 216 234
                                    

Canımı ortasından sıkıp sıkıp bırakan bir dersin ortasındaydık yine. Beden eğitimi dersi olsaydı bir şekilde katlanabilirdim ancak bu derse kesinlikle tahammül edemiyordum. Hangi kelimenin nasıl yazıldığı, noktalama işaretlerinin nerelerde kullanıldığı, cümlelerin nasıl kurulduğu falan inanın hiç dikkatimi çekmiyordu.

Bedenimi kullanmayı severdim ben. Koşmak, zıplamak, atlamak, bedenimin sınırlanırını sonuna kadar zorlayıp esnemek... Dans etmek de bebek işiydi benim için, jimnastik de. Bedenime fısıldayan omegaydım arkadaşlarımın dilinde.

Tabii ailem düzgün cümleler kurmamı twerk yapmama tercih ederdi ancak onların fikri onlara, benim fikrim banaydı.

Evet, babam da kendisi gibi öğretmen olmamı falan isterdi ya da annem gibi matematik öğretmeni olabilirdim. Ay, anlatırken bile sıkıntı bastı bana. Beden eğitimi dersinde inanılmaz başarılı olmama rağmen o dersle ilgili alan seçecek değilim. Okul bittikten sonra okul kelimesini duymak bile istemiyordum.

"Jung Hoseok! " Elime yasladığım başım adımın seslenilmesiyle düşüverdi. "HI!" dedim ama biraz yüksek çıkmıştı sesim anlaşılan ki tüm sınıf halime kıkır kıkır güldü.

"Nasılsınız? Keyfiniz nasıl? Afiyettesinizdir umarım. Keyfinizi kaçırmadık ya?" Dersin öğretmeni onu dinlemediğimi, dersle alakam olmadığını bilirdi ve bu yüzden benimle sürekli laf dalaşına girerdi. Ben onu ne kadar sevmezsem o da beni sevmezdi.

"Yooo, kaçırdınız." demek istesem de cevap vermeyip toparlandım. Dinlenmiş gibi görünmek için bir anlığına çaba harcadım. Sırtımı dikleştirdim, küt, altın sarısı saçlarımı kulağımın arkasına sıkıştırdım. Bacak bacak üstüne attığım bacaklarımı üzülerek indirdim. Elim mini kot eteğimin üzerindeydi. Açılmasın diye hafifçe tutmuştum.

Gözlerini devirdi. Beni sevmezdi, ben de onu sevmezdim. Ve bu sevgisizlik ne yazık ki okulla da sınırlı değildi. Evde de böyleydik. Birbirimizi bir kaşık suda boğmak isterdik. İstediği gibi bir evlat olamadığım için beni sevemedi uzun bir zaman.

Zil çaldığında beni yanına çağırmasın, başımın etini didiklemesin diye küçük ajandamı ve kalemimi - not tutmaktan nefret ettiğim için defter taşımazdım, ayıp olmasın diye ajanda taşırdım- çantama tıkıştırıp sınıftan herkesle aynı anda çıkmak için çabaladım.

"Hoseok!" dedi iğneleyici bir sesle. "Sen kal."

Neredeyse her ders çıkışı beni azarlardı. Yani sıvışamadığım zamanlarda azarlardı. Sıvışabilseydim ne mutluydu!

Kaşları çatılmıştı, herkesin çıkarken bıraktığı ödev kağıtlarıyla doluydu masası. Bense masasının yanında dikiliyordum. Bir an önce bıraksaydı da gitseydim keşke.

"Yine ne var baba?" dedim herkes çıktıktan sonra. Kim bilir nasıl bir kafa ütüleyici konuşma hazırlamıştı benim için.

"Ne olacak senin bu halin?" dedi. Bıkkındı, bıkmıştı benden. Açıkçası ben de ondan bıkmıştım.

"Ne varmış halimde? Güzel değil miyim?" diye salağa yattım. Saçlarımı savurmuş, dudaklarımı büzmüştüm. Gıcık olduğunu bildiğimden özellikle böyle davranırdım.

"Hoseok!" diye uyardı. "Ödevin nerede?" omuzlarımı silkeledim. O sıkıcı ödevi yapmak niyetinde değildim. Yapmayacaktım da. En kötü ihtimalle bana aşık olan salağın birine yaptırırdım.

Aklımda bir isim parlamıştı bile. Eh, albenisi olan bir omegaydım. Peşimde illaki birileri vardı.

"Nereye kadar böyle devam edeceksin? Seneye son senen olduğunu bilmiyor musun? Hangi üniversite seni alır böyle? Biraz kendine çeki düzen ver..." diye sıralamaya başladı. Bir süre sonra söyledikleri bir kulağımdan girip diğerinden çıkmaya başlamıştı. Yüzüne boş boş bakıyordum. Aklımda bir an önce eve gidip üstümü değiştirmek ve partiye gitmek vardı. Hafta sonumu evde ziyan edemezdim. Hafta sonunda da bu kabir azabını -babam olurdu kendileri- çekemezdim.

He's Nerdy But He's Mine 🌱 SopeHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin