İyi günler arkadaşlar :) henüz buralarda çok yeni olduğum için okuma sayısına falan pek takılmamam gerektiğini düşünüyorum. Ve azimle yazmaya devam edeceğim. Umarım okuyup yorumlarınızı eksik etmezsiniz. Multimedia : Behre...
*****
Behre'nin Dilinden...
Kulağımda aksiseda eden her geçen gün daha da aşinası olduğum ve maalesef ki olmaya devam edeceğim 6 yaşımdan beri duymaya mahkum bırakıldığım o tiz ve kulaklarımı tırmalayan sesin sahibi Suna'nın cümlesi ile uyanıyorum güne ;
''İnanamıyorum. Hala yatıyor olduğunu gördüğü zaman annem feci öfkelenecek.''
İçimden Sevilay hanıma da başımda durmadan konuşan kızına da ufak bir küfür sallıyorum.
''Yapacak çok işin var külkedisi.''
Ona inat daha da sıkı sıkıya yumuyorum gözlerimi. Arkamı dönüyorum. Az sonra tamda beklediğim bir hareket geliyor evin biricik kızı Suna'dan. Yastığımı kaplayan lepiska saçlarımı kavrayıp çocukluğumuzdan kalma alışkanlıkla var gücü ile çekmeye başlıyor.
Koca kızlar olmamıza rağmen, onun, yenilen pehlivanın güreşe doyamaması gibi durmadan kavga başlatması ironikti doğrusu. İşte simdi bende yatağımdan doğrulup onun pırasa tipli ne kadar uğraşırsa uğraşsın asla hiç bir şekil verdiremediği kara pırasa tipli saçlarına yapışmıştım. Acının ve kötü kalbinin yansıması olarak zehrini akıtmaya başlamıştı bile;
''Seni evimize aldık diye kendini bi şey sanmaya başladın sanırım. Ne bu havalar kızım ne bu küçük dağları ben yarattım edaları falan. Annesinin babasının bile terk ettiği birisin sen. Sadece basit bir sığıntısın bu evde unutma!''
Sözlerine daha fazla sabredemeyip tokat atıyorum yüzüne. Söylediklerinde haklı dahi olsa bunu iki güne bir yüzüme vurmalarından bıktım.
Ağlamaya başlıyor Suna. Hem de delicesine bağırarak bir ağlayışla. Onun sözleri kadar acıtmamıştır eminim benim ona attığım tokat. Ağlamamak için kıracakmışçasına sıkıyorum dişlerimi. Öfkemi de alıp bir nebze olsun rahat nefes alabilmek için kendimi sokağa atıyorum.
Sokaklar bile Sevilay hanım ve çok sevgili kızından daha merhametliydi bana. Zaten yetimhaneden ayrıldığım günden beri hiçbir insandan merhamet görememiştim. Sahildeki her zaman oturduğum neredeyse derdimi dinlemekten belinin büküldüğünü düşündüğüm meşe ağacının altındaki banka çöküyorum.
İzmir bana hiçte iyi gelmemişti besbelli. Ne o beni benimsemiş sevmişti ne de ben onu. İstanbul gibi olamazdı elbet. Ne bekliyorum ki. İstanbul gibi ailem terk etmiş olsa dahi beni sarıp sarmalayacağını, bağrına basacağını mı? Ne büyük aptallık.
Bir anda her şey anlamsızlaşmıştı gözlerimde. Neden katlanıyordum ki Sevilay hanıma yahut Suna'ya? Hiçbir şeyden haberi olmadığı halde babayım diye ortalıkta dolanan Engin beyi saymıyordum bile. Bu ailenin beni evlatlık almak istedikleri güne lanet ediyorum yeniden sessizce.
Ah tabi birde 3 yıldır aynı liseye gittiğimiz sözde en yakın arkadaşım olan Füsun ve sözde sevgili olduğum adam Bora vardı. İnsanın hayatındaki herkes mi sahte çıkardı. Herkes mi kaypak olurdu böyle? Düşene bir tekme daha atmak adetten miydi? Henüz iki hafta önce Füsun ile Bora'yı bir tesadüf eseri Füsunun evlerinin arka bahçesinde el ele gördüğümde ikisi de Suna'nın kurduğu cümlelerle neredeyse aynı cümleleri kurmuşlardı.
''Anasının babasının bile istemeyerek sokağa attığı yalnızlığa terk ettiği bir kızı ben ne yapayım be!'' demişti Bora.''Güzel kızsın amenna. Ama sadece gönlümü eğlendirmiştim seninle. Sense o küçücük beyninle bu olayı fazlaca büyütmüşsün sanırım. Ne o evleneceğimizi falan mı sandın?''
ŞİMDİ OKUDUĞUN
VÂYE
Spiritual-'Bu arada siz kimsiniz?' Sorusu ile zapdetmekte zorlandığım gözyaşlarım usulca intihar ettiler. ' Kusura bakmayın, doktorun söylediğine göre hafızamı kaybetmişim. O yüzden sizi tanıyamadım. Affedin beni. ' diye sürdürdü konuşmasını. Sevdiğim adam...