RÜYA

6.7K 553 11
                                    

Behre'nin Dilinden

Soğuk bir şubat akşamı gelen zengin misafirler ,dışarıdaki kara inat içimizi ısıtmıştı. Kırk yılın başında gelirdi böyle misafirler.

Sade ama olabildiğince göz alıcı asalete sahip , kollarının kenarlarından kırmızı renk şeritler geçen dizkapaklarının hafif üzerinde siyah elbisesi , uzun boyu siyah dalgalı saçlarıyla gözlerimi kamaştırmıştı genç kadın. Evin annesiydi muhakkak.

Gri uzun kabanlı, sarı saçlı yeşil gözleriye şu anda etrafı inceleyip elindeki hediye dolu paketleri bırakacak bir yer arayan adamda eşiydi besbelli.

Pembe pileli ufacık elbisesi, sarı saçları ve benimkini andıran gözleri ezrak renk olan küçük kız da evin biricik kız çocuğu, kardeşine nazaran enteresan bir benzersizlik içinde olan, siyah saçlı ve nefti gözlü benden kaç yaş büyük olduğunu kestiremediğim sol yanağında gamzesi olan çocukta evin en bi sevilen ve en bi sevimli erkek çocuğuydu şüphesiz.

Zengin aile bile bir farklı oluyormuş demek ki diye geçiriyorum içimden .Ne kadın anneye benziyordu, elleri hamur kokan, ne adam babaya benziyordu, hayallerimde yatan. Kardeşler ise birbiriyle bağdaşmayan iki çocuktu adeta. Garipsemiştim bu aileyi. Ama en nihayetinde aileydiler. Benim asla sahip olamayacağım türden.

Merak içinde etraflarında dönüp dolaşan çocuklardan kimilerinin başını okşuyor, kimilerinin yanaklarına öpücük konduruyordu kadın..
Müdire hanım yani Mira, Ediz ve benim deyimimle bayan bonus -kıvırcık ve yürüdükçe havaya zıplayan saçları olduğu için aramızda taktığımız bir lakaptı Lale hanıma - paketlerden teker teker seçip etraftaki çocuklara veriyordu. Bizse bir köşede oturmuş sıranın bize gelmesini bekliyorduk büyük bir mutlulukla.

Hediyeler mucizevi şeylerdi belki de. Hiç ummadığın bir anda geliveren kocaman bir hediye paketi , yüzünde tebessümlerin can bulma sebebiydi.

Fakat birisi bu zengin ailelere, kimsesiz çocukları sevindirmek için kullanmadıkları yahut eskimiş kıyafetleri, oyuncakları getirirken mümkünse ailelerinin hepsiyle birlikte gelmemeleri gerektiğini söylesindi. Başka çocukları bilemem ama böyle durumlarda benim gözüm hediyelerden çok mutlu aile tablosunda kalıyordu. Sıcak bir yuvaya açtım adeta.

Sevinçten gözlerinin içi parlayan, annesine sol yanağındaki gamzesinden nimetler sunan ve bilmem bu yaşına kadar kaç bin öpücükle büyütülmüş olan oğlan çocuğuna takılıyor gözüm. Böyle anlarda zaten içimde var olan yara daha bir sızlıyor. Daha bir acıtıyor. Kader herkese aynı yazılmıyor besbelli. O çocuğun yerinde bende olabilirdim kim bilir, yahut Mira, Ediz ya da buradaki diğer çocuklardan birileri. Ama yaşımın bönlüğünden olsa gerek anlam veremiyordum ben ne yapmıştım da böyle bir kaderi yaşamak zorunda bırakılıştım. Kader tanımını nerden bildiğime gelirsek her ağlayışımda Zehra annenin, ' nasip yavrum. Buda senin kaderinmiş işte' diyerek başımı sıvazlayıp, bağrına bastırdığında duyardım hep.

Daldığım düşüncelerimden, büyükçe bir paketi önüme uzatarak
-'Al buda senin. Annem sana getirmemi istedi' diyen evin oğlunun sesiyle sıyrılmıştım. Hediye paketinden çok annem kelimesine takılmıştı aklım.

-' Teşekkür ederim' diyerek alıyorum paketi.

Az sonra hediyemi açarken bana yardım etmek ve belki de yüzümdeki tebessümün sebebi olduğunu görmek istercesine evin annesi geliyor yanımıza. İçinden çıkan mavinin hangi tonu olduğunu anlayamadığım, yakası taşlarla bezeli, dizlerime kadar uzanan, elbiseyi giymeme yardım ediyor. Bu aileyi unutamamamın sebebi elbiseyi giydikten sonra kadının yanaklarımı öpüp kulağıma fısıldadığı şey olsa gerek.

-'Merak etme yavrum. Bir gün senin de çok güzel bir ailen olacak. Baban yanında olacak. Bir gün her şey çok güzel olacak. Ve lütfen , beni affet yavrum, beni affet.'

Kan ter içinde uyanmıştım rüyamdan. O elbiseyi veren kadını ilk gördüğüm günden bu yana belli aralıklarla rüyamda aynı olayı tekrar yaşamaya başlamıştım. Korkutucu bir rüya olmamasına rağmen aynı rüyayı her gördüğümde nefes nefese kalıyordum. Üzerinden 12 yıl geçmişti, halen durmadan bu olayı rüyamda görmeme anlam veremiyordum.

'Günün birinde baban yanında olacak' ta ne demekti.

Peki ya 'beni Affet' demesi?.

Af güne böyle başlamaktan nefret ediyordum. Hayatımda sanki her şey yolundaydı da birde bu rüya musallat oluyordu. Hala deli gibi atan kalbim sükûnet bulmamıştı. Nefes alıp verişim düzensiz.
Başımı ellerim arasına alarak olabildiğince sıkıyorum. Sanki böyle yaparsam bu olayı unutacakmışçasına bir istekle. Neden sonra ani bir hareketle çıkıyorum yataktan. Bir nebze rahatlayabilmek için elime yüzüme su çarptıktan sonra boş temiz beyaz bir kağıda uzanıyor ellerim.

Bedir'e bilmem kaçıncı mektubumu yazmaya koyuluyorum -yüreğim her sıkıştığında yaptığım gibi tıpkı;

-'Selamün Aleyküm Mektup arkadaşım ;

Bu sabah senelerdir ruhumu daraltan , görmelerimin adet halini aldığı bir rüyayla uyandım. En nihayetinde bu daraltıyı sana yazmaktan başka bir şey gideremezdi.

En son yazdığın mektupta aklıma takılanları sormak istiyorum. Bir yaratıcı olduğu muhakkak. Yoksa bunca şey nasıl var olurdu. Ona amenna.

Fakat sonuçta yaratılmayı var olmayı biz istemedik. Niçin istemediğimiz halde bizi yarattıktan sonra birde kendisine ibadet etmemizi istiyor ki Allah.

Hayır karşılık bekleyecek madem niçin yaratıyor , yoktan var ediyor.

Mektubunu okuduğumdan beri bu düşünceler beynimi işgal yerine çevirmiş durumda. Darma dağınığım . Sanki bildiğim her şey aslında bilmediklerimmiş. İnandığım her doğru aslında sahteymiş. Zir-ü zeber oldum adeta.

Bunca şeyin ortasında iken en tuhaf olanı ne biliyor musun? Yüreğimin anlam veremediğim bir şekilde sana hak veriyor olması. Nasıl güvendiysem sana şu kısacık zamanda - üç ay birine güvenmek için fazlasıyla kısa bir zamandır benim gibi güveni katledilmiş bir kız için- sen ne desen kayıtsız şartsız inanacak gibiyim. Senden bir tane daha yoktur dünyada sanırım. Olsa bu söylediklerini şimdiye kadar hiçbir kimseden duymamaış olmam korkunç bir ironi olurdu.

Hep boşu boşuna dünyaya geldiğimi düşünürdüm. Annem bile beni terk ettiyse var oluşumun nasıl bir sebebi olabilirdi ki? Amaçsız, hedefsiz,ot gibi bir yaşamaktı benimkisi. Sanki sadece yaşamımı sürdürebilecek kadar yemek içmek ve mütemediyen acı çekmek için doğmuştum.

Ama sen, bana aslında düşündüğümden çok farklı bir dünya olduğunu gösterdin. Ve sanırım ben bu gösterdiğin dünyanın ağırlığı altında eziliyorum.

Yani algılayamıyorum hemen her söylediğini. Bilmem güven problemi olduğu kadar algılama problemi de olan bir kızımdır belki de. Bilmiyorum benimle nasıl başa çıkacaksın.

Sende günün birinde annem gibi babam gibi ve hayatımda var olduklarını sandığım diğer herkes gibi çekip gidersin diye ödüm kopuyor aslında. Kim bilir o korku sebebiyledir bunca merakım, bunca anlamsızlığım.

Allah bizi sevdi, bizi yarattı demiştin bir mektubunda. Seven sevdiğinin üzülmesini ağlamasını ister mi ki hiç. Peki neden beni hep böyle üzüyor. Neden bu kaderi bana yaşatıyor.

Biliyorum imtihan diyeceksin ama dedim ya anlayamıyorum.

Her neyse. Senin de kafanı şişirdim manasız sorularımla.

Aslına bakarsan neden bilmiyorum ama aklımı bu denli karıştırmanı seviyorum. Sanki artık nefes almama değer bir şeyler var gibi.

Aklıma bu soruları düşürüp, beni karmakarışık bir hüviyete bürüdüğün için teşekkür ederim.

Sevdiğim şeyleri kaybetmek gibi müthiş bir yeteneğe sahibim, umarım bu yeteneğim sende yok olmuştur. Şu anda kaybetmekten tek korktuğum kişisin. Bu güzel dostluğumuzun ebedi olması temennisiyle ...

Allah'a emanet ol !

Behre.'
...

VÂYE Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin