Evet arkadaşlar bu benim çok önceden yazmaya başladığım bir kitap. Burada yayınlayıp sizinle de paylaşmak istedim. Okuyup yorum ve begenilerinizi eksik etmezseniz sevinirim. Fotoğraf kitabımın baş kahramanı Behre 'nin çocukluk resmidir.
*****
Küçücük bir ev... Ama içi sımsıcak, sevgi dolu... Bir annem olacak ve tabi bir de babam. Kim bilir ara sıra kavgalar ettiğimiz, ama yine de birimiz düşünce diğerinin elini uzattığı, birbirimizi kimseye ezdirmeyeceğimiz bir kardeş belki. Ya da birkaç tane... Beni sevecek birçok komşumuz olmalı. Sokakta kardeşimle birbirimizi itekleyerek düşe kalka oynadığımız ebelemece, körebe, saklambaç oyununun en nuşin yerinde Ayşe teyze, Fatma teyze, belki de Zehra'dır ismi, gelip her zamanki o nasihatvâri sözleriyle
Dikkatli oynayın he mi yavrum diyerek saçlarımızı okşar yanağımıza sıcak bir öpücük kondururdu belki de.Annem kardeşime para uzatıp
''Koş kızım bakkaldan ekmek al da gel'' derken sırf dışarıya çıkabilmek ve her şeye rağmen BEN MUTLUYUM! diyerek tüm dünyaya kafa tutmak için muzurlaşırdım. Annem de en nihayetinde izin verirdi beraber gitmemize. El ele yapışıp biraz korku, biraz heyecanla seğirterek geçerdik arabaların vızır vızır çalıştığı o büyükçe caddeyi.O bebek benim bu bebek senin diye pire kadar şeylerden saç başa çekiştiğimiz olurdu ara sıra. Bazen de yolda gören bir amcanın verdiği çikolatayı kardeş payı yaptığımız.
Bir ağabeyim de vardır belki. Şöyle uzun boylu yağız mı yağız delikanlı. İleride başıma gelebilecek her tehlikeden beni koruyan, güvenli bir liman gibi tıpkı.
Pazar günleri hep beraber pikniklere gideriz. Yemyeşil çayır, çimen oyunlar oynar en nihayetinde babamın dizinin dibinde soluklanırken onun müthiş gizemli hikâyelerini, masallarını dinleriz.
Annemle beraber çarşı pazar gezerken orada gördüğüm kırmızı renk pabuçlara gözüm takılınca annem o gülru yüzü ile sevecen bir edada
Çok mu beğendin? Alalım mı sana? derdi belki de. Benimse ezrak renk gözlerim mutluluktan daha bir irileşiverirdi.Hayallerimin en nuşin yerinde ileride başıma gelecekleri sezmişte
Fazla hayal kurma bizim gibilere bunlar bile çok dercesine beni içinde bulunduğum hayal dünyamdan sürükleyip çıkarıvermişti naira gözlü dostum Mira'nın sesi ;''Behre ! Oyun oynayalım mı?''
Konuşmayı söktüğüm yıldan beri bu çiroz buğday tenli, ebruli gözlü -sık sık gözleri renk değiştirdiğinden kendi aramızda ebruli gözlü derdik Mira'ya- kestane saçlı kız olmuştu tek sırdaşım. Ve tabi, birde Ediz vardı. Kuzguni gözleri her zaman umutla parlardı. Katran karası saçları ve bembeyaz bir teni vardı. Etrafımdaki insanların kimin kim olduklarını idrak etmeye başladığımda gördüğüm ilk erkekti Ediz.
Henüz iki aylıkken gelmişim yetimhaneye. Nasıl geldim? Neden geldim? Ailem beni neden terk etti. Cevabını bilmediğim sorular ile doluydu aklım. Bildiğim bir şey varsa oda bu iki dostun her şeyim oldukları idi. Mira, Ediz ve ben hiç ayrılmayacaktık -en azından öyle umut ediyorduk-. Düşüncelerimden Ediz'in sesi ile ayrılıyorum;
''Ee hadi ne oynayacağız?''
''Ebelemeceye ne dersiniz?'' Mira'nın fikri hepimize uyunca ebelemece oynamaya karar veriyorduk.
Şen kahkahalar atarak birbirimizi yakalamaya çalışıyoruz. 'Elim sende!' 'Elim sende!' Arada; birbirimize çarparak yere seriliyor, ardından pekçe kalkıp bir şey olmamışçasına oyunumuzu sürdürüyoruz. Mutluluğumuzu gören birkaç arkadaş daha yanımıza sokuluyor. Onları da oyunumuza dâhil ediyoruz. Şamata almış başını gidiyor. Onlarla beraberken o kadar mutluyum ki. Unutuyorum her şeyi. Yetimliğimi, kimsesizliğimi, özlemlerimi bilhassa kendimi... Hep böyle kalsak keşke... Hep mutlu, hep çocuk...
Ama hayallerim o andan itibaren peyderpey yıkılmaya başlıyor. Gece olmasına değin hala yatmayıp şamata yapmamamıza öfkelenmiş olacak ki var gücü ile her birimizi teker teker paylıyordu Zehra Anne -burada kendini yakın hissedene anne derdi çocuklar- ;
''Hala yatmadınız mı siz. Saatten haberiniz var mı? Doğru yataklara!''
-sinirlidir falan ama aslında yumuşacık bir kalbi vardır onun-İstemeye istemeye muzhar yataklarımıza doğru yol almıştık hepimiz. Böylelikle arkadaşlarımla geçirdiğim bir mutlu günüm daha olmuştu yürek sandığımda.Hani pekte bitmiş sayılmazdı aslında. Zehra anne pertevleri söndürünce biliyordum ki herkes kendi dünyasında seyahate çıkıyordu. Kimi çok iyi hatırladığı annesinin onu yetimhanenin kapısına bırakıverişini sahneliyordu hafzalasında. Kimi çoktan unutmuştu belki de annesinin çehresini 'Nasıl bir kadındı acaba?' diyerek hatırlamaya çalışıyordu. Bazen anlayamaz insan hatırlamak mı güzel hatırlayamamak mı? Kimi ise 'Benim annem gelip beni alacak. Yarın, olmadı öbür gün muhakkak gelecek' diyerek boş bir umuda sarılıyordu.
Bense piçapiç duygular büyütüyordum o küçücük yaşımla ve el kadar yüreğimle. Hani bir annem var mı onu bile bilmiyorum. Az sonra oyunun bıraktığı kelallikten olsa gerek gözkapaklarım uykuya yenik düşüyordu...
SAAT 10:00
Her sabah olduğu gibi Zehra annenin o nava sesi ile uyanıyorduk, rüyalarımızı yarıda bırakıp.
''Haydi bakalım çocuklar sabah oldu. Kalkın!''
Sonra hiç üşenmeden hepimizi birer birer dolaşıp yataklarımızdan kaldırmak için uğraşırdı. Acıkmışlığın verdiği dürtü ile bizde pekçe kalkarak üzerimizi giyinip koşuştururduk bir oraya, bir buraya. Yemekte yine yan yana otururduk üçümüz otururduk Mira, Ediz ve ben.
Yemekten sonra doğru bahçeye seğirtirdik. Kendimizi en özgür hissettiğimiz yerdi orası. Özgürlüğümüzün olabilecek en son noktası. Kimimiz salıncağa biner, kimimiz ip atlar, kimimiz top oynayarak unuturdu hüzünlerini ve avuturdu bir nebzede olsa yangın yeri olan yüreğini. Bizse genellikle evcilik oynardık. Hepimizin ortak tek bir hayali vardı çünkü. Aile.. Kimi zaman Ediz baba ben anne olurdum, Mira ise çocuk. Kimi zaman da Mira ile Ediz anne baba ben çocuk...
Mutlu bir aileydik biz. Tıpkı hayallerimizdeki gibi mutlu ve birbirini çok seven...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
VÂYE
Spirituale-'Bu arada siz kimsiniz?' Sorusu ile zapdetmekte zorlandığım gözyaşlarım usulca intihar ettiler. ' Kusura bakmayın, doktorun söylediğine göre hafızamı kaybetmişim. O yüzden sizi tanıyamadım. Affedin beni. ' diye sürdürdü konuşmasını. Sevdiğim adam...