V

53 7 21
                                    

Tekrar gözlerimi açtığımda kuş tüyünden yapılmış yumuşacık bir klinede yatıyordum. Yanağımın üzerinde kurumuş gözyaşını hissedebiliyordum. En son neler oldu, nerdeydim, ne yapıyordum, Alope, Halios ve İlos hepsi aklıma teker teker düştüler. Oldukça yüksek bir kaset tavan ilk gördüğüm şey oldu. Gözlerim odanın içinde dolaştı, en son gördüğüm revir odasına göre oldukça lüks dizayn edilmişti.

"Sonunda uyandın."

Bakışlarımı sesin geldiği yere, ayak ucuma çevirdim. Alope, peplosunun eteklerine takıla takıla koşar adım yanıma geldi ve ellerimi yakaladı.

"Neredeyiz?" diye sordum. Hala biraz sersem hissediyordum. Bunun başıma yediğim diskten dolayı mı yoksa ikince kez ayılmamdan dolayı mı olduğunu kestiremedim.

"Meclisteyiz. Sen bayıldıktan sonra hocalar ve iki asker geldi. Askerler seni aldılar ama ben yanında tanıdık bir yüzün gitmesinin iyi olacağını söyledim, o yüzden buradayım. Şimdi meclisin huzuruna çıkacaksın. Sana sordukları soruları şaka yapmadan yanıtla. Duydun mu?"

"Ne, kimin huzuru?"

"Dediğimi duydun mu? Sadece cevap ver."

"Duydum ama ben zaten şaka..."

Lafımı kesiyor, "Aması yok, şanslıysan kalmana izin verirler. Yoksa zindanlarda çürürsün ya da sürgün edilirsin duydun mu? Dahası köle olarak bile satılabilirsin."

Yine ağlamaklı oldum. Gün içinde ikinci kez bayıldığım yetmezmiş gibi bir de ikinci kez ayılıyordum ama hala bu tuhaf yerdeydim. Şimdi de bir meclisin karşısında eğer doğru cevaplar veremezsem köle olacağımdan bahsediliyordu. Birinin çıkıp bu ultra lüks şakayı bitirmesini dilemekten başka bir şey gelmiyordu elimden.

O sırada içeri bir asker girdi. Hyungumun kitaplarında gördüğüm resimlerden onun bir asker olduğunu hemen anladım. "Kalk." dedi bana soğuk ve sert bir sesle. Ayaklandım, başım döndü. Alope hala ellerimi tutuyordu. O an için bu kadından hiç ayrılmak istemedim. Endişeliydim ve korkuyordum, Alope ise bir saat önce tanıdığı, neler olduğunu anlayamayan zavallı bir delikanlıyı korumaya çalışıyordu.

Asker kolumdan yakaladı ve beni odadan çıkardı. Yüksek tavanlı koridordan geçtik ve iki kanatlı bir kapının önünde durduk. Kapının önündeki iki hizmetçi kapıyı bizim için açtı. Kapı açılır açılmaz büyükçe bir meclis odasında oturan bir sürü erkek gördüm. Aralarındaki hararetli konuşmalar beni fark etmeleriyle bir anda kesildi ve tüm dikkatler benim üzerimde toplandı. Kendimi kurtların arasına atılmış bir kuzu gibi hissetmeden edemedim. Hepsi dikkatle bana bakarken asker beni yarım ay şeklindeki oturma yerlerinin ortasına kadar getirdi ve sonra tek kelime etmeden gitti. Bir an arkasından hareketlenecek oldum fakat orada durmam gerektiğini bana atılan bakışlardan anladım. Yarım ay şeklindeki oturma yerlerinin tam ortasında kral olduğunu tahmin ettiğim birisi oturuyordu. Adamın tam karşısında duruyordum. Yüzü bana bir yerden tanıdık geliyordu ancak çıkaramıyordum. Onu sanki daha önce görmüş gibiydim. Ortamdaki çoğu erkeğin aksine uzun bir giysi giymek yerine minicik bir elbise giymişti. Bu giysiye khiton dendiğini ve dünyanın en rahat giysisi olduğunu sonra öğrenecektim.

"Evet, öyleyse oturumu başlatabiliriz." dedi sağ tarafımdan gelen bir ses. Sakallı ve kırklı yaşlarda bir adam bana yaklaştı.

"Adınızı söyler misiniz lütfen."

Bekledim. Etrafımdaki herkes, tüm erkekler ciddiyetle bana bakıyor ve benden bir cevap bekliyorlardı.

"Kyungsoo." dedim. Sesimin titrek çıkmaması için çaba sarf etmem gerekmişti.

"Babanızın adı?"

"K-kangdae..."

"Kangdaeoğlu Kyungsoo. Kafanıza disk isabet etmiş, doğru mu?"

PalaestraHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin