XVIII

39 9 32
                                    

Sabah İris beni yine gün doğmadan uyandırmaya geldiğinde ölü bir beden gibiydim. Tüm eklemlerim sızlıyordu ve tarif edilmez bir acı çekiyordum. Başım ağrıyor, midem kasılıyordu.

Kalktım ve giyindim. Avluya bir şeyler yemek için indim. İris'in hazırladığı kahvaltıdan zar zor birkaç lokma aldım.

"Daha yemeyecek misin Kyungsoo?" dedi İris. Başımı olumsuz anlamda salladım.

"Güçsüz düşersin."

"İstemiyorum."

İris ısrar etmedi. O, sofrayı toparlarken İsos ile birlikte evden ayrıldık. İsos Kaias'ın evini tarif etmişti ancak trene bakan öküz gibi baktığım için İsos beni bırakmakta gönüllü oldu. Atina'nın ıssız sokaklarında ilerledik. Bacaklarımda hala çok az güç vardı ve yavaş yürüyordum. Yine geç kalacak ve azar yiyecektim. Bunu düşündüm yol boyunca. İsos yavaş yürüdüğüm için bana ayak uydurmaya çalışıyordu. Bu sırada aklımı bir soru kurcaladı.

"İsos..."

"Evet efendim?"

"Bana İris gibi Kyungsoo diyebilirsin. Efendim deme lütfen."

"Nasıl istersen."

"Kaias sarayda yaşamıyor mu?"

"Hayır."

"Neden?"

"Tercih etmiyor olabilir. Doğup büyüdüğü evde yaşıyor."

"Sarayda doğup büyümedi mi?"

"Sanırım annesi sıradan bir vatandaşmış. Kralın erkek kardeşiyle gayri resmi bir ilişki yaşamışlar. Hamile kaldığını öğrenince kralın kardeşi bu evi yaptırmış ve bu evde buluşurlarmış. Kaias önceki kralın erkek kardeşinin tek çocuğu. Adamın asıl karısından hiç çocuğu olmamış bildiğim kadarıyla."

"Yani annesi metres miymiş?"

"Öyle de denebilir sanırım."

Öğrendiklerim yolun geri kalanı boyunca aklıma takıldı. O sırada Kaias hakkında hizmetçimizin bile benden daha çok şey bildiğine şahit oldum. Halbuki benim erastesimdi. Ama aramızda asla gerçek bir erastes ve eromones ilişkisi olmayacağını anlamak için zeki olmaya gerek yoktu. Bunu sadece formaliteden yapıyordu. Belki de sadece Ainos üzülmesin diyeydi. Sonuçta Ainos ile birbirlerini tanıyorlardı. Ve belki de bana acımıştı. Bunu istemezdim ama zaten acınacak haldeydim. Herkesin gözünde gelecekten geldiğini söyleyen bir çatlak konumundaydım. Muhtemelen o da aynısını düşünüyordu. Yine de Otreus ve Halios'un erastesleriyle oldukları gibi en azından birbirimizi tanımamızı isterdim. Ama onu gerçekten bu kadar merak ediyor muydum? Hala dün yaşananlar için delicesine kızgındım fakat evine gideceğim için de anlamsız, kabul etmek istemediğim bir heyecan duyuyordum. Sonra kendime kızdım. Neden heyecanlanıyordum ki? Bu herifle alakalı hiçbir şeye heyecanlanmama ve etkilenmeme mecburiyeti koydum o dakika kendime. Hepsini tamamen zorunda olduğu için yapıyordu zaten.

"Burası." dedi İsos. Alope ve Ainos'un avluya açılan kapısına benzer bir kapının önünde durduk ancak yüksek duvarın ardından iki katlı evin ikinci katını görüyordum ve bu Alope ve Ainos'un evinden biraz daha lüks gibiydi. İsos bir şey demeden geldiği yolu geri gitmeye başladı. Ben de bir şey demedim. Kapıyı çaldım. Bir süre bekledikten sonra kapı yarım bir şekilde açıldı ve benim yaşlarımda bir kız gözüktü.

Bir an bana dik dik baktı, ben de ne yapacağımı bilemeyerek ona baktım. Acaba yanlış mı geldim diye düşünürken kapı başka bir el tarafından tamamiyle açıldı ve Alope yaşlarında bir kadın gözüktü.

"Arne, ne yapıyorsun açsana kapıyı."

Kadın öne çıktı ve gülümsedi. "Hoş geldin, Kyungsoo değil mi? Seninle tanışmayı ikimiz de uzun süredir istiyorduk. Lütfen içeri gel."

PalaestraHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin