Fazla ileri gidiyordum.
Gecenin üçünde gördüğüm rüya yüzünden uyanmış ve nefes nefese kalmış bir şekilde yatağımda oturmuş, düşünüyordum.
Fazla ileri gittim. Onların bu hayatlarında bana zarar vermek gibi bir suçları olmadı.
Ama diğer insanlara zararı oldu.
Yine de onlara cezasını polis vermeli. Onları öldürmemeliydim.
Elimi kalbime götürüp nefeslerimin düzene girmesini bekledim. "Peki neden kalbim acıyor?"
Suçsuz yere bir hayvan gibi öldürüldüğüm için mi?
Tek güvendiğim kişi tarafından sırtımdan bıçaklandığım için mi?
Yokluğum yüzünden ailemin paramparça olup ölmesi yüzünden mi?
Onlara neden hala acıyordum ki? Onlar ölmeyi hak ediyordu. Bu hayata bin kere de gelseler onların aynı sonu yaşaması için çaba gösterecektim.
"Bunu hak ediyorsunuz."
Kafamı yastığa bıraktım. Gözlerimi kapatıp vicdanımın sesini bastıran o müziği açtım zihnimde. Ailem ve ben bir kaç saatliğine de olsa mutlu olacaktık şimdi...
~
Çalışma odamda oturup tahtaya astığım fotoğraflara bakıyordum. İkisi gitmiş, geriye on beş kişi kalmıştı.
"Sıradaki kim?"
"Seo Jun." başımı kaşıyıp ayağa kalktım. Seo Jun'un fotoğrafını elime alıp inceledim. Kahverengi saçları, siyah gözleri ve mükemmel bir yüzü vardı. "Kim bu Mina?"
"İdol. Sevilen bir idol."
"Hayranları çok mu?"
"Oldukça çok Chris. Onun ölümü ulusal yas bile ilan edilebilir."
"O halde öldürmeden önce bir açığını bulmamız gerekiyor."
"Senin için bulabilirim."
"Hayır. Bu kez kendim halledeceğim."
"Peki. Bir buluşma ayarlamamı ister misin?"
"Şirketten birilerini yolla. Anlaşmasını bizim şirketle yapmak istediğimizi ve yüklü miktarda maaş alacağını söylesinler. Küçük bir görüşme yapalım."
"Peki."
"Tanışalım bakalım Seo Jun."
~
"Çok yakında müzik videomuz çıkacak, şu anda çekimden geliyorum."
Gülümsedim. "Yoğun olmalısınız."
Önüne uzattığım alkollü içecekten bir yudum aldı. "Ah, evet. İdol olmak zordur."
Başımla onayladım.
"Yine de ben olsaydım..." elimle çenemi kaşıdım. "Bunu kolaylaştırmanın bir yolunu bulurdum."
Büyük bir yudum alırken susmayı seçti. Devam ettim.
"İnsanlar zeki ve kurnaz olmalı. Öyle değil mi?"
"Bence de." iyice mayışması için bitirdiği bardağı tekrar doldurdum.
"Şimdiki şirketinle anlaşman bitiyormuş."
Bardağı ona doğru ittim. "Evet. Bitiyor. Tekrar imzalamayı düşünmüyorum ama."
"Neden?"
Baş ve işaret parmağını birleştirip birbirine sürttü. "Para az."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
RUN : HE'S CHRİSTOPHER!
FantasiaBu hikayedeki tüm kurum ve kuruluşlar, mekan, zaman ve buna dahil olan her şey hayal ürünüdür. Gerçeklikle hiçbir alakası yoktur. Sene 1850. Kore büyük bir işgal altındayken hükümet savaşmak için yirmi yaşını geçen genç ve sağlıklı erkekleri toplar...