"Bırak o silahı!" Minho'nun sesini duyduğumda tebessüm ettim. Sonunda gelebildin demek Minho.
Silahı yere doğru fırlattım. "Arkanı dön!" itiraz etmeden dediğini yapıp ona doğru döndüm. Silahı doğrultan elleri tereddüt etti. Bakışlarındaki sertlik, aradığı seri katili değil de beni gördüğü için yerini ihanete bıraktı. Kaşları çatıldı. "Sen?" onu kızdıracak türden gülümsedim.
"Sonunda beni yakaladın ha."
~
Minho'nun afallamış ifadesinden faydalanıp yanına doğru bir kaç adım attım. "Keşke ilk günki gibi şüphe etmeye devam etseydin." kaşlarımı çatıp elimi olumsuzca salladım. "Hayır hayır, istediğim şey bu değildi. İstediğim şey ihanete uğramandı ve bunu başardığımı yüzüne bakınca anlıyorum."
"Neden yapıyorsun tüm bunları?"
Gülümseyip aceleyle yaklaşıp omzuna dokundum. "Neden mi? Merak ettiğin şey bu mu?" onu ilk defa bu kadar sessiz ve şaşkın görüyordum. Kafasında oturtamadığı şeyler yüzünden bunun fırtına öncesi sessizlik olduğundan emindim. "Minho amir? İyi misin?"
Alaycı ses tonum sonunda onu fabrika ayarlarına geri döndürmüştü ve hızla elimi omzundan kurtarıp yüzüme kafasını geçirmişti. Aldığım darbeyle geriye doğru savrulurken bunu hiç beklemediğimi itiraf etmeliydim.
"Acıtmadı Minho!" kahkaha attım. "Hiçbir şey canımı acıtamıyor artık." burnumdan akan kanları elimin tersiyle silip bir kaç adımda yine karşısına dikildim. "Ödeşelim."
Tüm öfkemle yumruğumu yüzüne geçirdim. Yere düştüğünde gülerek oturdum yanına. "Elim biraz ağırdır. Acıdı mı?" kalkmaya çalışırken bir yumruk daha geçirdim yüzüne. "Otur Minho, daha işimiz bitmedi."
"Neden yapıyorsun bunları?" eliyle burnunu tutup bağırdı. "Neden!"
"Ne oldu Minho? Sırtından bıçaklanmak çok acıtıyor değil mi?" Elimdeki küçük bıçağı göğsünün üzerinde gezdirdim. "Gerçekten bıçaklasam mı acaba?" bıçağı omzuna bastırdım. Saplamamak için bir sebep aradım. Bana ihanet etti. Onu affetmek için hiçbir sebebim yok.
"Kalbin acıyor öyle değil mi?"
İçimde konuşan Mina'nın sesini bastırıp öfkeyle bağırdım. "Hayır!" bıçağı omzuna sapladım.
Minho acı içinde kıvranırken elimi kafasında gezdirdim. "Şimdi tüm gerçekleri öğrenme zamanı Minho amir."
Elimi kalbimin üzerine koyup gözlerimi kapattım ve bir kez daha o acı dolu geçmişe seyahat ettik.
~
Minho bakış açısından
"Sana cehennemi yaşattıracağım Christopher Chan."
Christopher'ın gözlerindeki korku ve endişenin büyüdüğünü fark ettim. Kaçmak, bağırmak, kurtulmak istiyordu fakat bunları yapamayacak kadar yorgun olduğunu fark ettim. Neyse ki birazdan her şey son bulacaktı.
"Bu iyiliğin karşısında ödüllendirileceksin Rhino." Komutanın sözleri içimi rahatlatırken derin bir nefes aldım. Christopher'ın ona bakışlarını umursamadı. Birazdan her şey bitecekti ne de olsa.
"Hazır ol!" on altı asker arkadaşımla beraber silahlarımızı Christopher'e doğrulttuk. Christopher gözlerini kapattı. "Ateş!"
On altı kurşun yuvalarından çıkıp Christopher'ın vücuduna saplanırken on yedinci kurşun tam arkasındaki ağaca saplandı. Christopher ölmüştü. Saniyeler içinde yere yığılmış, gözlerinden bir damla yaş düşerek gitmişti bu dünyadan.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
RUN : HE'S CHRİSTOPHER!
FantasyBu hikayedeki tüm kurum ve kuruluşlar, mekan, zaman ve buna dahil olan her şey hayal ürünüdür. Gerçeklikle hiçbir alakası yoktur. Sene 1850. Kore büyük bir işgal altındayken hükümet savaşmak için yirmi yaşını geçen genç ve sağlıklı erkekleri toplar...