"Daha önce de söylediğim gibi. İnsanlar doğar ve ölür. Bunu dramatize edecek değilim."
"Sen de insansın. Duygusuz değilsin."
Kafamı çevirdiğimde bana bakıyordu. "Duygusuzum Lee Minho."
Önüme döndüm. Eve gidene kadar konuşmadık.
Üzerimi değiştirip kendimi koltuğa attım. Minho yarım saat sonra yere yastığını atıp uzandı. "İyi geceler." arkasını döndüğünde ben de ona 'iyi geceler' deyip gözlerimi kapattım.
~
"Uyan artık." Minho'yu son kez ayağımla dürtüp kapıya doğru yöneldim. "Ben gidiyorum."
Homurdanıp uykusuna geri döndü. İki gündür soluksuz bir şekilde çalışıyor ve hiç uyumuyordu. Nihayet dün gece geç saatte eve gelip kendini yere atmıştı.
Cinayetler ya da intiharlar, kazalar ve kalp krizleri üzerine kafa yorup adamlar arasındaki bağıntıyı çözmeye çalışmış fakat hiçbir iz bulamamıştı. Pes etmiyor ama bir adım öteye de gidemiyordu.
Bu yüzden bu gece ona güzel bir hediye bırakacak ve oyunun canlanmasını sağlayacaktım.
Kapıdaki iki polis arkamdan gelirken arabanın sürücü kısmına geçtim. "Bunları atlatmamız lazım Mina."
"Gün içinde bununla ilgilenirim."
"İyi olur."
"Ne yapmayı planlıyorsun?"
"Altıncı kişi hakkında biraz araştırma yaptım. İnsan kaçaklığı yapıyor. Sicilinde olmayan şey yok. Çok da önemli biri değil anlayacağın."
"Ölmeyi hak ediyor diyorsun yani?"
"Aynen öyle diyorum."
Şirketin garajına girdiğimde polisler de girmişti peşim sıra. "Bugün ki toplantılara girmek zorunda mıyım?"
"İstersen iptal edebiliriz."
"İptal etmek değil de bu işi yapmak tamamen can sıkıcı..." ellerimi cebime koyup asansöre doğru yürürken son kez mırıldandım. "Her gün takım elbise giymek de çok can sıkıcı. Bu işi sevmedim."
~
Bıkkınlıkla nefesimi bırakıp kapıyı açtım. Arkamdan gelip konuşan asistanı artık duymuyordum. Kafam patlamıştı o toplantı senin, bu toplantı benim derken...
"Hı hı, tamam. Öyle olsun." asistan anlamsız bakışlar atıp arkamda kalırken asansöre bindim. Kravatımı gevşetip kol saatime baktım. 20.52
"Önce yemek yemeliyim."
Cebimden telefonu çıkarıp Minho'yu aradım. Bir kaç saniye sonra telefonu açtı. "Ne var?"
"Yine çok kibarsınız amirim."
"İşim var, çabuk söyle."
Gözlerimi devirdim. "Yemek yemediysen yiyelim mi diye soracaktım ama meşgulsün demek. Kapatıyorum."
Telefonu yüzüne kapattıktan bir kaç saniye sonra bu kez arayan Minho olmuştu.
"Ne var?" tıpkı onun gibi açmıştım.
"Benim kibarlık sana da bulaşmış bakıyorum."
"İşim var, çabuk söyle ne söyleyeceksen."
Telefondan kahkaha sesleri geldi. İlk defa bu denli yüksek sesle güldüğünü duymuştum. "Yemeği sen ısmarlayacaksan bana güzel bir et yedir diyecektim."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
RUN : HE'S CHRİSTOPHER!
FantasyBu hikayedeki tüm kurum ve kuruluşlar, mekan, zaman ve buna dahil olan her şey hayal ürünüdür. Gerçeklikle hiçbir alakası yoktur. Sene 1850. Kore büyük bir işgal altındayken hükümet savaşmak için yirmi yaşını geçen genç ve sağlıklı erkekleri toplar...