Bölüm 7 - Duygusuz

53 10 22
                                    

"Gördüğün gibi benim hiçbir suçum yok."

Ayaklarının üzerinde yükselip olaya bakıyordu. "Nerede olsan oraya kötü şansını bulaştırıyorsun."

"Kötü şansım zamanında beni de yakmıştı. Biraz da siz yansanız olmaz mı?"

Ağzımdan çıkan sözcükler şüphe oklarını bir kez daha üzerime gönderirken Minho şaşkınlıkla beni izliyordu.

~~~

Kafamı sağa yatırıp güldüm. Adamın biri biraz ötemizde ölürken benim gülmem Minho'yu daha çok şaşırtırken konuştum. "Hey bana bu filmi bilmediğini söyleme." kaşlarımı kaldırıp tepkisini inceledim. İnanacak mıydı?

"Ne filmi?"

"Kore'de popüler oldu, nasıl bilmezsin? Bir ara beraber izleyelim o halde."

Tekrar adamın olduğu yöne dönerken mırıldanmıştı. "İzleyelim."

Yanındaki adamlardan biri yanımıza doğru yaklaşıp Minho'nun kulağına bir şeyler söyleyip uzaklaştı. Adamın öldüğünü haber verince Minho sessizce bir küfür savurup bana dönmüştü.

"Rapor tutmam gerekecek. Polisler seni eve götürecek. Ben merkeze gidiyorum."

Başımla onayladım. "Emredersiniz amirim."

Küçük bir baş selamı ile uzaklaşırken derin bir nefes aldım. "Gece çok kısa sürmedi mi sence de Mina?"

"İkinci plan mı?"

"Evet."

"Bu tehlikeli."

"Hangisi değildi ki?"

"Minho'nun akıl sağlığı ile oynamak istiyorsan başarmak üzeresin."

Güldüm. "Henüz değil. Bu iş bitene kadar ona hiçbir şey yapmayacağım." ellerimi cebime koydum. "Yaşattığı her şeyi o da yaşayacak."

"O halde, yapalım hadi."

"Yapalım." Yanıma gelen iki polis ile beraber önden yürümeye başladım. Otelden çıkıp polislerin arabasının arka kısmına binip kemerimi taktım.

Lim Wooyoung. 36 yaşında. Alkolik ve karısını her gün dövüyor.

Anlaşılan bu hayatında da acımasızlığı seçmişti.

Şu an sarhoş bir şekilde geziyor. Yolumuzun istikametinde, onunla karşılaşmamıza son beş dakika.

Arabayı kullanan polise döndüm. Gözlerimiz dikiz aynasında birleştiğinde zihnine girebilmek için saldırımı başlattım. İşte bir kaç saniye içinde onu ele geçirmiştim.

Daha hızlı sür şu arabayı komiser.

Hızını arttırdığında yan koltukta oturan diğer polis ona seslendi. Duymasını engelledim. Hızımızı biraz daha arttırdım.

Yan taraftaki polis arkadaşının omzuna vuruyor, onu yavaşlatmaya çalışıyordu. Bu imkansızdı. Son hızla hedefimize doğru sürüyorduk. (driveee)

Lim Wooyoung görüş alanımıza girdiğinde direksiyonu önce sola sonra tekrar sağa kırıp sarhoş adama çarpmasını sağladım.

Öne doğru savrulduğumuzda polisin zihninden çıktım. Polisler arabadan inerken hızlıca bende indim. Wooyoung arabanın önünde kıvranıp duruyordu.

"Çabuk ambulansı ara!" arabayı süren telefonuna sarılırken diğeri de cebinden telefonunu çıkardı. Minho'yu aradığına emin bir şekilde yerde yatan Wooyoung'a yaklaştım. Çömelip yüzüne baktım. Yüzü kan içinde kalmış, kan ve alkol kokuyordu.

"Ne kadar da acınası görünüyorsun." yüzümü buruşturdum. Gözlerini yüzüme dikip ters ters bakarken kafamı sağa doğru yatırdım. "Tanıyamadın değil mi?"

Elimi kafasının üzerine yerleştirdim. "Son gördüğün yüz benimki olacak. Ve seni diğer tarafta bile rahat bırakmayacağım."

Bir saniyelik o zaman diliminde elimi çekip hızla ayağa kalktım. Bir anda zaman algısı değiştiği için bünyesi buna alışmamış, aldığı yaralarla da beraber krize girmişti. Gülümsedim. "Cehennemde yan pislik."

Gözlerimi korkuyla açıp arkamı döndüm. "Ona bir şey oluyor!" Minho ile konuşmayı bırakıp yanımıza gelen polis eğilip kalp masajı yapmaya başlamıştı. Sadece bir kaç dakika sonra ise vazgeçip omuzlarını düşürmüştü. Diğer polis arkadaşına döndü. "Öldü."

Ona çarpan polis arabanın tekerleğini tekmelerken diğer polis memurunun telefonu çalmıştı. Arayan Minho'ydu. "Amirim, adam öldü."

Kısa bir sessizliğin ardından 'tamam' deyip telefonu kapattı.

"Arabaya bin. Ambulans ve polis ekipleri gelene kadar çıkma."

Masum bir şekilde kafamı sallayıp arabaya bindim. "Biri daha gitti."

"Listen bittiğinde ne yapacaksın?"

Bunu binlerce kez düşündüğüm için hızlıca cevapladım. "Gideceğim. Buradan çok uzaklara gidip tek başıma bir hayat geçireceğim." Derin bir nefes alıp gülümsedim. "Gitmeden önce ailemi de görmek istiyorum. Onları özledim."

"Bütün dileklerini gerçekleştireceğiz."

"Sen ne yapacaksın peki? Hep benimle mi kalacaksın gerçekten?"

"Söz verdim. Senin temponda, seninle beraber yürüyeceğim."

Gülümsedim. "Teşekkür ederim Mina."

Gelen siren sesleri ile dikkatimi dışarıya verdim. Minho'nun arabasıydı bu. Gelmişti demek.

Arabadan inip direkt kazayı yapan polisin üzerine doğru yürüdü. Yakasından tuttuğunda başka iki polis Minho'yu tutmaya çalıştı. Bağırıp duruyordu ama ne dediğini duyamıyordum. Duymak da istemedim. Başım ağrıyordu zaten.

Dakikalarca etrafı tekmeleyip sayıp sövdükten sonra olduğum tarafa yaklaştı. Kapımı açıp sertçe soludu. "İn."

Arabadan inerken konuştum. "Bir bin, bir in. Bir karar verin artık."

"Sus Chris!"

"Hayır, komiserin hatasını neden benden çıkarıyorsun ki?"

Önünden yürürken bu kez hiçbir şey demedi. Sadece alıp verdiği nefes seslerini duyuyordum. Yarım saatte iki ölü haberi onu sinir etmişti anlaşılan.

"Bin arabaya." kendi arabasının kapısını açtığında nefesimi bıkkınlıkla bırakıp oturdum.

"Gidiyor muyuz artık?"

Bir şey demeden arabanın kapısını kapatıp kendi koltuğuna geçti. Arabayı çalıştırıp olay yerinden uzaklaşırken konuştum. "Bugün de olaylı bir gündü."

"Bundan zevk mi alıyorsun?"

Ona doğru döndüm. "Ne zevki?" içten içe evet, zevk alıyordum.

"Yanında insanlar ölüyor ama sen şaşkın ya da üzgün değilsin. Aksine mutlu görünüyorsun."

"Daha önce de söylediğim gibi. İnsanlar doğar ve ölür. Bunu dramatize edecek değilim."

"Sen de insansın. Duygusuz değilsin."

Kafamı çevirdiğimde bana bakıyordu. "Duygusuzum Lee Minho."

Önüme döndüm. Eve gidene kadar konuşmadık.

Üzerimi değiştirip kendimi koltuğa attım. Minho yarım saat sonra yere yastığını atıp uzandı. "İyi geceler." arkasını döndüğünde ben de ona 'iyi geceler' deyip gözlerimi kapattım.

~

BÖLÜM SONU.

Kısa bir bölüm oldu. Umarım seversiniz. Yorumlarınızı yazmayı unutmayın. 🖤

RUN : HE'S CHRİSTOPHER!Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin