Kitabı Kerem'in oluşabilecek kuşkularına karşı hemen eline aldı ve tahmin ettiği gibi defterdeki yazı silinip yerini merdivenli yola bırakmıştı. Merdivenin basında da kendisi resmedilmisti.
"Bu ne böyle! Neler oluyor burada? Kamera falan mı koydun bir yere, şaka mı bunların hepsi?" deyip hiddetle ayağa kalktı Kerem. Ellerini başına götürmüş endişeyle etrafına bakınıyordu.
"Haklısın. Diyebileceğim hiçbir şey yok. Çok haklısın. Çok garip şeyler oluyor. Fakat böyle bir şeyi benim yapamayacağımı biliyorsun." dedi defterin şimdi merdiven ve kapının bulunduğu sayfasına bakarak.
"Neye az kaldı, neye bulaştırdın beni? Neler oluyor Allah aşkına!?" diye hiddetlendi yeniden.
Biliyordu, Yiğit'e böyle şeyler söylememeliydi. Her ağzını kapadığında söylediği her kelimeden pişmanlık duysa da, onu suçlamaktan utansa da korkusu yüzünden dudaklarından fırlayan kelimelere ve ses tonundaki artışa engel olamıyordu.
"Haklısın. Böyle olacağını tahmin etmemiştim. Seni bulaştırmamalıydım. Bundan sonra kendim devam edeceğim, üstesinden gelirim. Merak etme."
Odayı sis bulutu gibi yavaş yavaş yayılan bir sessizlik kapladı. Yiğit işlerin böylesine zorlu yürüyeceğini tahmin edememişti. Hatta kendisini suçlu bile hissetmeye başlamıştı. Kerem'in de başını belaya soktuğunu düşünüyordu şimdi de. "Az kaldı." Da saklı birçok anlam vardı. Belki de bu da Kerem'in rüyalarıyla ilgiliydi. Sonuçta merdiven onun bitmeyen kabusuydu. Kerem'in iç dünyasını bilmiyordu ki. Evet evet mutlaka böyle olmalıydı. Yiğit bu düşünceyi benimseyip vicdanını rahatlatmayı başarmıştı az da olsa. Ama kafasını çevirdiğinde Kerem'in yüzünden adeta damlayan korkular onun bambaşka şeyler düşündüğünü belli ediyordu.
"Ya öleceksem? Ya ölümüme az kaldıysa?" diye tekrarlayıp duruyordu Kerem içinden.
Kerem'in korkuları çok farklıydı. Her şeyden bihaber sadece öleceğine odaklanmış korkuyla tırnaklarını yemeye başlamıştı.
"Yeter."
Masaya elini tüm hıncını ondan almak istercesine vurdu.
"Şu defterden korkmayacağım. Az önce söylediğim tüm sözlerden dolayı beni affet. Yapılması gereken ne varsa yapacağız. Neye az kaldı bilmiyorum ama onunla yüzleşmeye hazırım, ne zaman olursa olsun."
Bu oydu. Gerçek Kerem'di bu. Cesur, hırslı, kararlı Kerem. İşte şimdi ona büsbütün inanmıştı.
"Bu akşam erkenden uyuyacağım. Yarın yine buluşuruz, neler olduğunu anlatırım sana."
"Tamamdır. Her zaman yanındayım, unutma."
"Az önce bağırıyordun avaz avaz. Bilmiyorum artık." dedi yine oluşan ciddiyeti bozmak için ve ikisi birden kahkaha attılar.
"Hahaha kusura bakma korktum bir anda."
Gülerek "Tamam tamam hadi affettim." dedi ve konuyu bir sonraki rüyaya kadar kapadılar.
**
Hava iyiden iyiye kararmaya başlarken Yiğit'i heyecanı da tedricen artıyordu. Kerem'le birkaç saat bilgisayarda oyun oynadıktan sonra Kerem eve gitmişti. Saatine bakmıştı, daha sekizdi. Bu saatte uykusunun gelmesi imkansızdı. Uykusu gelsin diye dolapta uzun suredir acilmamis kaptan iki kase yoğurt yedi, hatta bir de süt içti. Eve akşam saat dokuz gibi gelen babasına "Hoş geldin." Dedikten sonra kızların odasına yöneldi. En iyi orada vakit geçirebileceğini düşünmüştü.
"Ooo Yiğit Bey odamıza teşrif etmişler. Hoş geldiniz efendim buyurun buyurun, şöyle oturun." dedi cep telefonundan başını kaldıran Ilgın.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Zihnin Seninle Olsun
FantasyKaranlık, aniden alev alan merdivenler ve tüm ihtişamıyla önünde sonsuza uzanıyormuşçasına duran o kapı. Bu kez kabus her zamankinden daha gerçekti, çünkü kapı açıldı. Bunca yıl sımsıkı duran kapı şimdi neden açılmıştı? Kapının ardında ne vardı? Bi...