Bölüm 4

134 11 1
                                    

Bölüm 4

Yiğit ve Kerem hikâye bittiğinde hayretler içinde Aysel'e bakıyorlardı. Acaba dördüncü çocuğa ne oldu diye düşünürken birden saatin çok geç olduğunu fark etti Yiğit. Aysel'in kaplara kızlar için koyduğu yiyeceklerle birlikte eve döndü.

Aynı yollar, yanan merdiven ve kapı. Yiğit heyecanla kapıya ulaştı. Zihnini odakladı yine, bu kez daha kolay olmuştu. Kapı ihtişamıyla açıldı ve ışık yine her yere yayıldı. Yiğit'in kalbi duracak gibiydi, uyanmak istemiyordu bu kez. Gözlerini yavaşça kapattı ve adımını kendinden emin şekilde attı, hala oradaydı, bir adım daha attı ve başta yavaşça sonra hızlanan adımlarla yürümeye başladı. Kalbi hala yerinden çıkarcasına atıyordu. Gözlerini açtı yarı korkuyla. Gördüklerine inanamadı. Yiğit çocukluğundan beri o zorlu yolu geçiyordu ve bu kez bu gördükleri onu hayrete düşürmüştü. Burası bambaşka bir yerdi. Evler, yollar vardı. İnsanlar vardı hatta. Yürüyen yüzlerce insan görüyordu. Bu yine rüyanın ötesindeydi. Hayır, bu asla bir rüya olamazdı. Yiğit'in bilinci yerli yerindeydi. Burası dünyaya benziyordu ama değildi, buranın farklı bir atmosferi vardı sanki. Gökyüzü aydınlıktı, ışıl ışıldı ama farklı bir ışıktı bu sanki. Yiğit birkaç saniye sonra gördüğü şeye inanamadı. Kafasını yukarı kaldırdı yavaş yavaş etrafı incelerken ve burayı aydınlatan şeyin güneş olmadığını fark etti. Gökyüzünün, bulutların ve güneşin bulunması gereken yerde bembeyaz bir tavan vardı adeta. Binlerce kilometre uzaklıktaki bu tavandan ışıklar fışkırırcasına yayılıyordu. Dünyanın en güzel yazından bile daha aydınlıktı etraf. Yiğit usul usul indirdi kafasını yukarıdan, ileriye doğru baktı bu kez. Şehrin yukarısında büyükçe bir alan vardı. Gördüğü şeyleri başta çiçek sansa da daha sonra bunların çiçek olmadığını fark etti. Rengârenk bir tarlaydı karşısındaki, evrendeki tüm renklere ait minik minik uçan ağaçlardı sanki. Gövdeleri yoktu ve tarlanın üzerinde dalgalanıyorlardı. Bu görüntü yukarıdan yansıyan ışıkla beraber Yiğit'in gördüğü en güzel manzarayı oluşturuyordu. Yiğit etrafını seyretmeye devam etti. Kafasını heyecanla oradan oraya çeviriyordu. Arkasını döndüğünde yine şehrin ilerisinde bir yer takıldı birden gözüne. Tüm bu aydınlığa rağmen kapkaranlık bir yerdi burası. Bir stadyum kadar büyük bir alan koyu bir siyahla çevrelenmişti adeta. Çok uzaktaydı. Renkli dalgalanmaların tam ortasında katran karası rengiyle çevrelenmiş bir alan. Etrafından da gri bulutlar yayılıyordu birkaç adım ötesine. Yiğit burayı görmekten çok memnun kalmasa da kafasını çevirip etrafta heyecanla yürümeye devam etti. Uzun bir süre dolandı şehirde. Burada dikkatini çeken diğer bir şey de bazı insanlar çok güzeldi ve birbirlerine çok benziyorlardı. Sanki onlarca klon şehirde geziniyorlardı. Yiğit ileride bir gölet gördü. Etrafında sıralanmış birkaç tane banktan birine oturdu. Önünden geçen insanları seyretmeye koyuldu. Hala şaşkınlıkla etrafını seyrederken yanına siyah saçlı, bembeyaz tenli, babası yaşlarında bir adam oturdu. Yiğit adamın güzelliğine hayran kalmış ona bakarken adamın ona şüpheyle baktığını fark etti. Yiğit

"Merhaba." dedi uzun bakışmadan rahatsız olarak.

"Merhaba." dedi adam da.

Zoraki bir gülümsemeyle bu şüphe dolu bakışlardan kurtulmak istercesine "Nasılsınız?" dedi.

"Teşekkür ederim ." dedi adam bu kez yüzünde en ufak bir mimik olmaksızın.

Yiğit'in gözüne adamın ayak bileğindeki alev dövmesi çarpmıştı. Ortamı yumuşatmak için,

"Güzel dövme." dedi ve adamın ayak bileğini işaret etti.

Adam birden gözlerini fal taşı gibi açtı ve telaşla ayağa kalktı.

"Bir kaçak, burada bir kaçak var! Yakalayın!" diye bağırmasıyla Yiğit'in yanında küçücük, pençeleri olan, tüylerle kaplı, lacivert bir yaratık belirip Yiğit'in elini tutması bir oldu. Yiğit'in zihni bulandı, her şey bulanıklaştı ve gözlerini açtığında bir çölde olduğunu gördü. Karşısında biri kadın, diğeri erkek iki kişi duruyordu. Otuzlu yaşlarında olmalılar diye düşündü Yiğit. Kadının üzerinde buz mavisi, eteği yerleri süpüren bir elbise vardı. Elbisenin eteği aşağıya doğru dalga dalga yayılıyor, elbisenin kolları ise kadının kollarını dirseklerine kadar tamamen sarıyor, dirsekten aşağıya doğru giderek bollaşıyordu. Yiğit kadının omuzlarından beline doğru tel tel inen sapsarı saçlarına hayranlıkla baktı. Kadın adamla sessiz sessiz bir şeyler konuşuyordu. Yiğit konuşulanları hiç duyamıyordu. Heyecanı giderek artmıştı. Adam konuşurken neredeyse simsiyah olan gözlerini hayretle açıyor ve düşünceli düşünceli etrafına bakınıyordu mütemadiyen. Üzerindeki yere kadar uzanan kadife bir pelerinle her an gökyüzüne uçabilirmiş izlenimini veriyordu Yiğit'e. Bir müddet sonra adam bir konuşmaya başlayacağını belli edercesine minik bir öksürükle boğazını temizledi.

"Sevgili Yiğit, âlemimize hoş geldin."

Yiğit ismini nereden öğrendiklerini düşünürken adam yavaşça konuşmasına devam etti.

"Çocukluğundan beri gördüğün kâbuslarını biliyoruz. Hepsi buradaydı." dedi kollarını iki yana açıp çölü işaret ederek. "Sakın korkma, artık güvendesin. Bundan böyle buranın bir parçasısın ve öğrenmen gereken kurallar var." dedi ve Yiğit'e eski püskü, siyah kaplı, içi el yazısıyla dolu olan bir defter verdi. Yiğit elleri titreyerek defteri eline aldı.

"Bugün süre doldu, kapı sana açıldı. Bundan sonrası senin elinde. Her şey daha iyiye de gidebilir, sonsuz kötülüğe de. Zihnin seninle olsun." dedi gür sesli kadın ve her şey birden bulanıklaştı.

Yiğit yatağında sarsılarak uyandı ve kalbinin yine yerinden çıkarcasına attığını fark etti. Sabah olmuştu ve Yiğit yine gördüğü rüyanın etkisiyle delirip delirmediğini sorguluyordu. Belki de tüm psikologlar haklıydı, babası haklıydı, her şeyi bilinçaltına bağlayan kız kardeşi haklıydı. Tüm yaşadıkları tam anlamıyla gerçek gibiyse de aslında sadece basit kâbuslardı. Düşünmeyecekti yine, yıllardır yaptığı gibi bu kez de bunları sadece yatağında bırakacaktı, ta ki başucundaki komodinden su dolu bardağını almaya yeltendiğinde gördüğü siyah kaplı deftere kadar...

3

Zihnin Seninle OlsunHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin