9. BÖLÜM - BU O!
"Son saniyeler."
Hera başını hızla kaldırdı.
"Zaman doldu."
Salon neredeyse yarı yarıya boşalmıştı. Yiğit gözlerini kapatıp başını arkaya attı ve derin bir oh çekti. Yine ilk geldiğinde olduğu kadar huzur doluydu içi. Gözlerini Hera'ya çevirdiğinde kızın minnetle boynunu omzuna doğru yatırmış "Teşekkür ederim." dediğini duydu.
"Bu son ve en zorlu elemeydi. Şimdi ise buranın birer üyesisiniz. Ben Kironil. Hepinizi yakından tanıyorum."
Bir çift kısık göz salondakilerin üzerinde yavaş yavaş gezindi. Herkes çıplak kalmışçasına bu bakışlardan çekinmişti.
"Hepiniz korkularınızı ortaya koydunuz buraya gelmek için. Onlarla savaştınız, Pemirutlarla her karşılaşmanızdan sağ çıktınız."
Kimse Pemirutun anlamını bilmediğinden salonda fısıltılar başlamıştı.
"Pemirutlar, sizin bilinçaltınıza yansıyan korkularınızdır." dedi tüm fısıltılara yanıt olarak. "Her biriniz ayrı bir kabustan sıyrıldınız ve bu alemin parçası olmayı başardınız. Normal insanlar bazen rüyalarında birine aşık olurlar. Uyandıklarında bile bu his hala devam eder genellikle. Çünkü rüyalar duyguların bilinçaltına nasıl yansıdığının göstergesidir. Onlar en yoğun haliyle hissederler o duyguyu. Burada bambaşka hisler duyacaksınız. Duygularınız bir başka boyuta geçti."
"Peki ya yok olanlar?" dedi içlerinden bir tanesi. Uzun boynu sayesinde hemen sesin nereden geldiğini görebildi Yiğit.
"Bir daha buraya asla gelemeyecekler. Sizleri ise birtakım görevler bekliyor. Bu huzuru tatmanın da elbet bir bedeli olacak."
Fısıltılar bu kez daha yüksek bir perdeden çıkmaya başladı. Kironil havadaki korkunun tadını çıkarır gibi onları izliyordu.
"Nasıl bir bedel olabilir ki bu?" Dudaklarını her oynatışında atmosferi öpercesine narin fısıltısını yeniden duydu Hera'nın. Kalbi sanki göğsünden midesine akar gibi erimişti ve şimdi midesinde tuhaf bir his oluşmuştu. Cevap bekleyen şaşkın gözleriyle karşılaştı.
"Bilmem ki." dedi umursamazlığını saklamaya gerek görmeden. Hatta gülümsemesine bile engel olmamıştı.
"Size önderlik edecek olan ben değilim."
Salonun en arka ucunda bir kapı belirdi ve içinden uzun gri elbisesi kahverengi zeminin üzerinde dans eden siyah uzun saçlara sahip, burnu dolgun yanaklarının içinde kaybolmuşçasına minik olan yirminin ortalarında gozuen bir kız çıktı.
Kironil "İşte geldi." dedi kız adımlarını yumuşakça atarken. Birbirlerine gülümsedikten sonra Kironil kızın geldiği kapıdan çıktı, kız ise kürsüde konuşmasına başladı.
"Öncelikle hepiniz hoş geldiniz. Ben Asira, buradaki görevleriniz hakkında sizi bilgilendireceğim. Hepiniz benim gözetimimde olacaksınız."
Küçük bir kız çocuğu gibi sevecen gülümsemişti. Gelenlerin rahat bir nefes aldıklarının farkındaydı. Kironil bu kadar sıcakkanlı olmayabiliyordu.
"Nedir bu bahsettiğiniz görev?" deyiverdi içlerinden bir tanesi nihayet.
"Bugün ilk gününüz. Şimdilik sizi tanışmanız için serbest bırakacağım. Her şeyi zamanla öğreneceksiniz." O da aynı kapıdan usulca çıktı ve koca salonda her şeyden bihaber olan gençleri yalnız bıraktı.
Huzur yine yerini bulmuştu, ilk gördüğü boşluktan beyinlerinin tam ortasına girdi. Herkes öyle mutlu görünüyordu ki yavaş yavaş salonu kahkaha sesleri doldurmaya başladı. Yiğit de Hera ile konuşmak istiyordu fakat ellerini yüzüne götürdüğünde heyecandan ateş gibi yandığını fark edince sağ tarafında oturan esmer teniyle yesil gozleri buyulu bir uyum saglayan hos gorunumlu çocuğa yöneldi.
"Merhaba, ben Yiğit."
"Merhaba, Anıl."
Tokalaştılar, ikisinin de yüzünde samimi bir gülüş vardı.
"Ne zamandır görüyorsun kabuslarını?" dedi Yiğit. Gerçekten de en çok merak ettiği şey diğerlerinin de gördüğü kabuslarla alakalıydı.
"Sanırım kendimi bildim bileli." dedi ve bu kaderle yüzleşmişçesine sırıttı. "Ya sen?"
"Ben de öyle. Peki ya ne görüyordun rüyalarında?" Yiğit onu anlayabilen insanlarla karşılaşmanın verdiği heyecanla sorularını ardı ardına sıralamaya hazırlanmıştı.
"Boş bir sokakta yürüyorum ve birdenbire karşıma siyahlara bürünmüş, kukuletalı biri çıkıyor. Bana daha fazla yürüyemeyeceğimi söylüyor. Her defasında bir adım atmak için kendimi zorluyorum. Nafile, yıllardır tek bir adım atamadım, sanki ayaklarımı yere yapıştırmışlar gibi. Ta ki birkaç gün öncesine kadar."
Yiğit kaşlarını kaldırmış şaşkın şaşkın bakakalmıştı.
"Peki ya sen ne görüyordun?"
"Karanlık bir odadayım. Işığı bulmaya çalışıyorum, adımlarımı yavaş yavaş atıyorum. Sonra birden önümde yanan merdivenler beliriyor ve korkunç bir çığlık duyuyorum. Merdivenler önümde alevlerin içinde yanarken karşımda-"
"Büyük bir kapı görüyorsun."
"A-ama sen bunu nereden-"
"Bu defterin en arkasındaki resim."
"Nasıl yani?"
"Bana verilen defterin arkasında anlattıklarının aynısını gösteren bir resim var. Hatta resimdeki çocuğu düşünüyorum, evet sen osun! Uzun boyun, kalın dudakların ve önüne düşen saçların." dedi heyecanla ve Yiğit'i baştan aşağıya süzmeye başladı. Yiğit hiçbir şey anlamamıştı. Onun resminin başkasının defterinde ne işi vardı?
Yiğit "Ben anlamıyorum." dedi yüzünü buruşturarak. Yiğit tam hayatının düzene girip taşlarını yerine oturttuğunu düşünmeye başladığında karşısına çıkan yeni garipliklerden hiç hoşlanmamıştı.
Anıl birden "Defterinizin arkasında ne var?" diye bağırdı. Sesi koca salonda aniden oluşan sessizlikte yankılandı. Herkes bir ağızdan "Alevler içinde bir merdiven, yanan merdiven, büyük bir kapı ve çocuk..." demeye başlamıştı. Salondakiler bunu söylerken birbirlerini doğrularcasına kafa sallıyorlardı. Yiğit ise şaşkınlıkla ona bakan Hera'yı gördü birden. Hera ondan beklenmeyecek kadar yüksek perdeden "Bu o! Merdivenin başındaki çocuk Yiğit!" diye tekrarlamaya başlamıştı. Salondaki onlarca kişi şaşkınlıkla Yiğit'e bakmaya başladılar. "Gerçekten de o, evet çok benziyor." diye fısıltılar yükselmeye başlamıştı. Yiğit kendini giderek daralan bir çemberin içinde buldu bir süre sonra. Herkes onu inceliyor, onun hakkında konuşuyordu. Hera bakışlarını ondan alamıyor fakat Yiğit bu durumdan hiç hoşlanmıyordu. Farklı olmak istemiyordu artık. Bir yapbozun herhangi bir yerindeki parça olmak istiyordu. Tamı tamına oraya oturmak ve orada hiç sırıtmadan durmak istiyordu. Sadece normal olmak istiyordu.
Kendini dışarı attı kalabalıktan sıyrılıp. Huzur yine bedenine ulaşmıştı. Yemyeşil bahçede gözlerini kapatmış uzanıyordu. Dudaklarından vücuduna giren hava bedenini kucaklıyor, ona sonsuz bir saadet veriyordu. Birden soluduğu havada tarçınla bütünleşmiş çilek kokusu duyduğunu sandı.
"Yiğit." dedi ses. Bu ses ona salebi tattırmıştı sanki. Yumuşacıktı, kulaklardan eriyip beynine gidiyordu. Gözlerini açtığında o güzellikle karşılaştı yine, gelen Hera'ydı.
"Özür dilerim." dedi önüne bakarak. "Bu şekilde davranmamalıydım. Ama çok şaşırmıştım ve inan bana seni incitebileceğini düşünemedim. "
Yiğit sakince sessiz ol anlamında gözlerini yumdu uzunca. Kalbinin daha yumuşak attığını fark ettiğinde "Zihnini özgür bırak." dedi. İkisi birden yeşilliklere uzanmış saatlerce öylece durdular. Hayatlarının en dingin anı buydu belki de. İçlerini saran huzur minik bir taş atılan sudaki dalgalanmalar gibi giderek büyüyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Zihnin Seninle Olsun
FantasiaKaranlık, aniden alev alan merdivenler ve tüm ihtişamıyla önünde sonsuza uzanıyormuşçasına duran o kapı. Bu kez kabus her zamankinden daha gerçekti, çünkü kapı açıldı. Bunca yıl sımsıkı duran kapı şimdi neden açılmıştı? Kapının ardında ne vardı? Bi...