2. BÖLÜM

149 23 117
                                    

Uyandığımda okulun şapelindeydim. Etraf çok karanlıktı, hiçbir şey görünmüyordu. Hassiktir. Ne yaşıyordum ben?

Sırtımı birine çarpınca korkuyla irkildim. Hyunjin'le bakıştık. Onun burada ne işi vardı? Gözlerim karanlığa alışınca bir kaç kişi daha seçebildim. Benim dışımda beş kişi daha vardı.

"Bu da ne?" Diye sordum Hyunjin'e bakarak. Bilmiyorum der gibi omuz silkti. Jeongin'in sesini duydum.

"Ceset araması! Lanet olsun. Biz seçildik. Aman Tanrım..." Kendi kendine sayıklıyordu. Delirmiş gibiydi.

Bu kesinlikle lanet olası bir rüya olmalıydı.

Changbin ve Seungmin'i de gördüm, kendi aralarında fısıldaşarak konuşuyorlardı. Ve basamağa oturmuş tanımadığım bir çocuk daha vardı. Karanlıkta yüzünü seçememiştim.
Jeongin aklımı okumuş gibi onu sordu, "Sen kimdin?" Changbin ciddi misin der gibi bakınca susmuştu ama Hyunjin cevapladı.

"Bizim sınıfta. Hiç okula gelmeyen o çocuk." Gülümseyerek çocuğa baktı. Çocuk ise ifadesizdi ama birbirlerini tanıyor gibiydiler.

Seungmin şaşkınlıkla baktı, "Ha sen Minho'sun. Yakışıklıymışsın."

"Biri neden burada olduğumuzu söyleyecek mi?"

"Ceset araması yapmak için seçildik." Jeongin heyecanla anlatıyordu.

"Ne diyorsun ya? Ceset araması da ne?"

Jeongin şapelin üst tarafındaki tabuta doğru gitti. Tabutun kapağını kaldırınca insan bedeni şeklinde bir çukur gördüm. Çocuk bedeni gibiydi, küçüktü.

"Ceset parçalarının her birini bulup buraya yerleştireceğiz. Küçük bir çocuk cesedi. Her bir parçayı bulana kadar oyun bitmez. Her yıl ceset oyunu için insanlar seçilir ama neye göre seçildiğini kimse bilmiyor."

"Koskoca ülkede herkesi bizim sınıftan seçecek çünkü, Tanrı'ın işi. Ayrıca o küçük kız yüzünden delirecektim, az kalmıştı."

"Küçük kızı siz de mi gördünüz? Sabahtan beri saçma sapan şeyler görüyorum. Aklımı yitirecektim ama kimseye anlatamadım." Changbin'in gözlerini kocaman açarak anlattıkları beni daha da korkutmaya yetmişti ve korkan kesinlikle sadece ben değildim.

Minho ilk defa ağzını açtı, "Saçmalık. Ben eve gidiyorum." Şapelden çıkarken Hyunjin arkasından bağırıyordu,
"Minho dur! Okula ne zaman döneceksin?"

Cevap vermeden çıkınca Hyunjin de arkasından çıktı. Herkes birbir peşlerinden giderken sadece ben ve Seungmin kaldık. Yalnız kalmaya korktuğum için ben de arkalarından koştum.

Bahçeye çıktığımızda Hyunjin hâlâ Minho'nun arkasından bağırıyordu, Minho ise duymazdan gelme konusunda çok iyiydi. Ay tepedeydi, hayvanlar susmuştu. Gerçekten korkunç bir ortam vardı.

İşte o an kimsenin beklemediği bir şey oldu.

Minho'nun bedeni ikiye ayrılmış kanlar içinde yerde yatıyordu. Hyunjin durdu. Herkes durdu.

Ağzımdan kaçan çığlığa engel olamadım.

Hyunjin yavaşça kafasını bize çevirdi. Minho'nun kanları yüzünün her bir yanına sıçramıştı. "Kaçın..." fısıldıyordu.

Şapelin penceresinin kırılma sesini duydum. Seungmin'in cesedi pencereden dışarı uçtu. Kanlar içinde pencerede asılı kalmıştı.

Jeongin bağırıyordu, "Kaçın! Herkes kaçsın, o geldi!"

Herkes kaçışırken ben hareket edemiyordum, şoktan çıkamıyordum.
Kolumda Hyunjin'in elini hissettim.

"Hadi Felix koş!"

Bahçede koşmaya başladık. Okulun ana kapısından içeri girdik, Jeongin de oradaydı. Sıra sıra dizilmiş okul dolaplarının arasına saklandık.

Hyunjin benden ayrılıp başka yere saklandı, gitmese iyi olurdu.

Dolabın üzerinden Jeonginin kafasını gördüm. Boğuluyor gibiydi. Sonra kafası sertçe duvara çarptı. Bir şey, küçük bir el Jeongin'in kafasını defalarca kez duvara vurdu. Duvardaki kanlar yere doğru akmaya başlamıştı.

Çığlık atmamak için ağzımı kapattım. Ben bağırmamıştım ama Changbin'in bağırdığını duydum. Merdivenlere doğru koşmaya başlamıştı ve üst kata çıkıyordu.

Aniden durdu, bir şey görmüş gibiydi. Merdivenleri geri geri inmeye çalıştı.

Changbin'in duvardaki gölgesinin yanına bir gölge daha eklendi. Küçük bir kızın gölgesiydi, elinde bir şey tutmuştu. Peluş oyuncağa benzeyen bir şey.

Eli uzayıp Changbin'in karnına girdi. Ağzından kanlar çıkıyordu, elini geri çekince Changbin merdivenlerden yuvarlandı. Artık sadece bakıyordum.

Ölecektim.

Hyunjin yine yanıma gelip beni sürüklemeye başladı.  Uzun koridorda koşarak revire girdik. İlaç dolabını kapının önüne ittik.

"Öleceğiz..." Dayanamayıp ağlamaya başladım.

Hyunjin bana dönüp kollarımı tuttu, "Bir şey olmayacak. Yatağın altına saklan perdeyi de çekeceğim. Sakın çıkma tamam mı?"

"Beraber saklanalım." Kapıya doğru baktı, derin nefesler alıyordu.

"Kapıyı tutacağım. Hadi gir." Yatağa doğru çekiştirdi beni.

Kabul edip yatağın altına saklandım. Etrafındaki perdeyi kapattı.

O gece söylediği son şeydi, "Sakın çıkma."

Kapının sertçe açıldığını duydum. Sanırım kapı kopmuştu.

Bir süre mücadele sesleri geldi. Görmek istemediğim için gözlerimi sımsıkı kapattım.

Sesler kesilmişti.

Dayanamayıp gözlerimi açtığımda Hyunjin'in cansız bedeni önümde yerde yatıyordu. Kan birikintisi yanıma kadar ulaşmıştı.

Ağlamamak için ağzımı kapattım. İki küçük kanlı ayak gelip yatağın önünde durdu.

Ölecektim. Lanet olsun.

Yatağa zıpladı. O zıpladıkça yatak daha çok sarsılıyordu ve ben mümkünmüş gibi daha da korkuyordum. Bir süre sonra durdu.

Yatağın üstünden inmeden başını aşağı doğru sarkıtıp bana baktı. Hayatımda bu kadar korkunç bir şey gördüğümü hatırlamıyordum. Küçük bir kız çocuğunun yüzüydü ama kandan ten rengi görünmüyordu bile. Yine kandan yapış yapış olmuş siyah saçları, iri gözleri vardı ve gözlerinin akına kadar kırmızıydı.

Yanılmışım bu bir rüya değildi, kesinlikle bir kabustan daha kötü ne varsa oydu.

Kırmızı kız. Boğazım yırtılana kadar çığlık attım. Çok geçmeden Hyunjin'le kanlarımız birbirine karışmıştı.

___________________________________________

Yazarken çok gerildim

Bu kadar hızlı yazacağımı tahmin etmemiştim ama uyarlama yapmak normalden daha kolaymış

Neyse umarım sevmişsinizdir yeni bölüm yolda :)

Re/Member | Hyunlix ✓Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin