BÖLÜM ON BİR

1.5K 0 0
                                    

Kabul ediyorum gözlerimi uyku diyarından çekip gerçek dünyaya geçiş yaparken ilk tanık olduğum rengin duvarlara hakim olan soğuk gri olduğunu fark edince çok saf olduğuma karar vermiştim. Hatta öyle ki, bu saflık bana fazlaydı. Birkaç kişinin nasibini çalmış olmalıydım yaratılırken. Diğerleri için sevindim. Bu saflıkla ne kadar hayatta kalabilirlerdi bilmiyorum çünkü. Saflığı sahiplenirken sanırım Tanrı halime acımış ve cömertliğinin göstergesi olarak biraz da şans vermiş olmalıydı. Hayatta kalmama yetecek kadar. En azından şu ana kadar iyi idare etmiştim.

Kaya Dinçer'e yeniden güvenene kadar.

İsmi zihnimde yankılanınca derin bir huzursuzluk hissettim ve yorganı üzerimden savurdum. Doğrularak artık bana ait olan yatağımın üzerinde bağdaş kurdum. O efsaneleşmiş replik zihnime süzülünce keyiften uzak, soğuk bir gülme sesi çıktı dudaklarımın arasından.

'Eğer bir tümörüm olsa adını Marla koyardım.'

Sanırım benim tümörümün adı Kaya Dinçer'di. Ve ben yakışıklı tümörümden nefret ediyordum. Umursamazlığından ve beni bu kadar kolay aldatabilmesinden nefret ediyordum. O derin buz mavisi gözlerinden nefret ediyordum. Şansım varken ölmeliydim. Bedenimin asfaltla buluşmasına izin vermeliydim. Böylece tüm sorunlarım bir toz bulutu halinde buharlaşıp gidebilirdi.

Hastalıklı intihar düşüncelerimi kapının tıklanması bölünce başımı kapıya çevirdim. Ziyaretçi beklediğim söylenemezdi ama kapıyı tıklayan kişinin içeri girmesini merakla bekledim. Benden yaşadığıma dair hiçbir etkileşim duyulmayınca çekinerek kapıyı araladı ve başını içeri uzattı.

"Hey. Uyanık olduğunu bilmiyordum."

"Merhaba, Cleo. İçeri girsene."

Dudaklarının kenarı birkaç saniyeliğine yukarı kıvrıldı ve gülümsedi ama endişenin kırıntıları dudaklarını aşağı çekmeyi başardı. Ufak bir korku kokusu almıştım.

Yanıma yaklaştı arttı ve çekinmeye devam ederek yanıma yerleşti.

"Eee... Nasılsın?"

Ürkek gözleri beni izliyor, en ufak bir tepkide kaçmaya hazır şekilde geriliyordu vücudu. Bu haline iç geçirdim ve sorusu için benden koparabileceği en samimi cevabı almasına izin verdim.

"Bilmiyorum. Nasıl olmam gerek? Yeniden buraya tıkılmışken yani..."

Gözlerinden beni anladığına dair bir ifade geçirdi ve orayı hüzünle doldurdu. İsteyerek veya istemeyerek. Hepimiz bu deliğe düşmüştük. Birbirimizi anlamaktan başka şansımız olduğunu sanmıyordum.

"Seninle konuşmak istiyorlar."

"Biliyorum. Farkındayım. İlk seni gönderdiler. Ağzımı araman için."

"Hey, öyle deme." dedi kaşlarını çatarak. Parmaklarımla kaşlarının arasındaki çizgiyi düzelttim.

"Seni mecbur bıraktıklarını biliyorum. Sorun değil."

Başını salladı.

"Onlara ne söyleyeceksin?"

Gözlerimi gri duvara çevirdim ve en az duvarın rengi kadar içimin de soğuk olduğuna karar verdim. Yeniden konuşabilecek kıvama geldiğimde hala samimiyetimi koruyordum.

"İnan bana ağzımdan ne çıkacağı konusunda hiçbir fikrim yok."

Kaşlarını çattı ve ısırdığı alt dudağını serbest bıraktı. Bir süre kendiyle savaştı ama sonunda içini bir fare gibi kemirip duran soruyu sordu.

"O gece neler oldu?"

İşte o beklediğim soru. Neler olduğunu ben bile anlayamamışken ne anlatabilirdim ki insanlara? Hala Kaya'nın ölüm fermanının imzalanması taraftarıysam işte tam sırasıydı. İntikamımı alabilirdim. Onun hayatını mahvedebilirdim. Tıpkı onun benim hayatımı defalarca mahvetmesi gibi.

KOREL (Kitap Oldu)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin