Gözlerimi açtığımda saat 12.36'ydı. Saate tekrardan baktım. Ne! İşe geç kaldım. Hemen ayağa kalkıp, üstüme gir bir eşofman ile beyaz bir tişört giydim. Saçıma bile bakmadan koşarak merdivenlerden inip, masanın üstündeki bir araba anahtarı aldım.
Arabayı sürerken saatte bakıyordum. Dışarıda gözümü gezdirdim. Hâlâ etrafta savaş havası vardı. Pankartlar, ölü bedenler ve silahlar. En son gördüğümde etraf böyle değildi.
Karargaha geldiğimde kimliğimi istenmeden geldim ve koşarak generalin olduğu yere gittim. Şimdi bitmiştim. Generalin kapısına geldiğimde derin bir nefes aldım. Ne yapıcaktım? General kesin beni liğme liğme edecek.
Derin bir nefes aldım ve kapıyı tıklattım. "Gel" konutunu duyunca içeriye girdim. "Albay Alya Şimşek emredin komutanım." General beni süzdü. "Neden geç kaldın." Yutkundum. "Geç saatlere kadar çocuk baktım komutanım." Demem ile güldü. "Koltuğa otur. Bu bir emirdir." Deri koltuğa oturdum.
"Neden onları yetimhaneye vermiyorsun?"
"Hayatları mahvolur komutanım."
"Bundan sanane."
"Gönlüm razı gelmez komutanım. Benim bir sözüm vardı komutanım bilir misiniz?"
"Söyle asker."
"Bir hayat, bin hayata bedeldir."
"Anlamı nedir, asker?"
"Belki hayatını değiştirdiğin kişi belki binlerce hayatı senin sayende kurtaracak."
"Peki ya kurtaramaz da daha da mehvederse?"
"İşte bu sırada ben devreye giriyorum. Onu iyi yetiştiricem."
" Özlü sözler söylüyorsun ama bu geç kaldığın gerçeğini değiştirmez." Hapı yuttun kızım sen!
"Her cezaya razıyım komutanım."
"İçtima alanında 100 tur koş, 200 şınav, 300 mekik, 10 kere parkur." Bu çok fazlaydı. İyiki göreve çıkmama cezası vermedi.
"Emredersiniz komutanım." Diyerek kalktım ve çıktım.
...
Şuan 229. Mekiği çekiyordum ama bu süre esnasında Ayaz aklımdan çıkmıyordu. Acaba onu seviyor muydum? O iyi birisiydi ama ya yanılıyorsam? Onu gördüğünde kalbim hızlanıyordu ama bu belki iyileştiği içindi. Şu an onu düşündüğüm hâlde ne kalbim hızlı atıyordu ne de heyecanlanıyordum. Ben onu sevmiyordum. Onu duyguları ile oynamak çok kötüydü.
"Kaç oldu asker?" Sözü bütün düşüncelerimden arındıran sözdü. "Saymadım komutanım." 229. Mekikten sonra saymayı bırakmıştım. "Alya senin kafan mı dolu?" Her Alya dediği zaman ast üst ilişkileri dağılırdı.
"Hayır." Derken beni durdurdu.
"Alya, şu an senin izleyen yüzlerce asker var ve sen bundan rahatsız olmadın veya onları kovmadın. Kesinlikle bir şey olmuş." Gerçekten etrafımda yüzlerce asker vardı. Kaşlarım çatıldı. "Dönün işinize!" Diye cırladım.
"Evet, bu aralar kafam dağınık."
"Eve git. Biraz dinlen." Kafamı sallayıp, oradan ayrıldım ama gitmeden önce Ayaz'ı red etmem lazımdı.
...
Her yeri aramıştım, sadece kantin kalmıştı. Hızlı adımlar ile kantine giderken onu gördüm Ayaz'ı.
Yanına gittim. "Ayaz, sana bir şey demem lazım." Ayaz'ın gözleri büyüdü. Çok mutluydu. Onu kırmak istemiyordum ama duyguları ile oynamak çok yanlıştı.
"Tabii, söyle." Yutkundum. "Ayaz, dünkü sorunu kabul etmiyorum. Yani çok özür dilerim." Demem ile bütün mutluluğu gitti. Bana anlamsız gözler ile baktı. Bu kalbimi parçalara ayırdı.
"Önemli değil." Diyerek yanımdan gitti. Kalbimde bir sızı oluştu. Acaba kalbini mi kırmıştım? Yok canım. Tam tersine onardın(!).
Ayaz'ın peşinden gittim ama ne ortalıkta Ayaz vardı ne de ona ait bir iz.
Hayatta bazen çok yanlış kararlar veriyordunuz ya da anlamadan veriyordunuz ama ben hayatta hiç bir şekilde yanlış karar vermedim. Ta ki bu güne kadar. Ona alıştıra alıştıra söylemeliydim. Hata bendeydi. Onu her yerde aramıştım ama yoktu. En sonunda eve gittim.
Evde herkes bir yerde toplanmış, Oturuyordu. Ben de onlara hiç pas vermeden odama gittim ve kendimi uykuya verdim.
...
Gözlerimi kuş sesleri ile açtım demem isterdim ama maalesef ki lanet olası telefon sesi ile uyandım. Telefondaki general yazısı ile yataktan doğruldum.
"Albay Ayla Şimşek emredin komutanım."
"Ayaz'a ulaşamıyoruz. Çabuk gel." Diyerek telefonu suratıma kapattı. Bu adamda surata kapatma hastalığı vardı. Dur bir dakika Ayaz mı dedi o?
Hemen yataktan çıkıp, üstümdeki kıyafetler ile arabaya bindim. Son gaz karargaha gidiyordum. Ta ki bir apartmanın çatısında Ayaz'ı görene kadar. Arabayı sağa çekip, arabadan indim. Bu sırada telefonum ile generali arayıp, haber verdim.
Koşarak apartmanın çatısına doğru gittim. Bu adam delirmiş miydi? Kalbim ona bir şey olucak diye sızlıyordu.
Çatıya doğru geldiğimde. Ellerini Titanik filmindeki gibi açmıştı. Sessiz adımlar ile arkasına geçtim. Onun gibi bende kollarımı açtım. " Seninle Titanik filmindeki Jack ve Rosé gibi olalım mı?" Arkasına döndü. "Gelmişsin!" Gülümsedim. "Onlarda ölüyordu değil mi? Anca beraber kanca beraber." Diyerek onu kendime çekip, kendimi boşluğa bıraktım.
Merhaba aşkitoşkoşkolarım. Hemen kitaptan vazgeçmeyin daha devamı var. Kitap kötü sonla bitmicek ya da biticek. Kendi aklıma pek güven olmaz yani. Bu bölüm final değil. Bir kaç bölümden sonra final olucak.
Bu arada okunma sayımız bini geçmiş. Bu yüzden Teşekkür ederim 💜
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Korkusuz Asker
Teen Fiction"Üstlerinin adı ne, Binbaşı?!" derken kızgın demiri kolarıma bastırdı. Ne bir tepki veriyor ne de bir mimik oynatıyordum. Dik olan başımı daha da yukarı kaldırdım. " Söylemezsem ne yaparsın, korku?" yüzüme tokat attı. Ağzıma kanın metalik tadı geldi...