8. Bölüm

2.4K 215 203
                                    

Nefes alamamak, korkudan yıkılıp, dökülmek hemde vahde vahde...

Canımdan yana zerre korkum yoktu ama canımdan öteye bir can vardı beni deli gibi korkutan. Gözyaşımın sağnağıyla baktım tavandaki asılı ipe. Yaşananlar amcamı bu raddeye getirmişti.

"İp burda, kısa yoldan bitir acı çekmeden yoksa açlıktan, susuzluktan birkaç gün içinde zaten öleceksin. Sen kendin evden kaçıp gittin sanacak sabah herkes, burda olduğundan kimsenin haberi olmayacak. Bu yıl yaylaya kimse gelmeyecek, birkaç gün sonra seni bir çukura gömmek için geleceğim, cesedini dahi bulan olmayacak! " Amcamın acımasızca yüzüme söyledikleri kanımı dondurdu. Çıkıp sertçe çarptığı kapıyı kilitleyip gitti. Uzaklaşan araba sesi ile hıçkırıklara boğuldum. Nasıl bir acımasızlıktı bu, nasıl?

Kendimi geçtim daha doğmamış bir bebeğim vardı, henüz bir aylık.

Ne kadar öyle ağladım bilmiyorum. Şafağın sökmeye başladığını farketmemle yerimden kalkıp abdest almak için lavobuya gittim. Açtığım musluk akmıyordu. Evdeki tüm muslukları tek tek kontrol ettim ama sonuç aynıydı. Tehemmüm aldım namaz kılmak için. Karıştırdığım dolaptan bulduğum seccadede namazımı kılıp gün doğana kadar hafızlığımdan mütevellit ezbere Kur'an'ı Kerim okudum. Gün epey yükseldikten sonra İşrak namazı kıldım.  Ardından uzun uzun dua edip Allah'tan yardım istedim. Kuşluk vaktinin girmesiyle de duha namazı kılıp öyle ayaklandım. Geçip divana camın kenarına oturdum. Saniyeler, dakikalarla, dakikalar, saatlerle yer değiştirdi ama ben hâlâ oturduğum yerdeydim.

Gün iyiden iyiye yükselirken acıktığımı hissediyorum. Derince bir nefes alıp, "Ya Kuddus! " diyerek ayaklandım. Çünkü Kuddus olan Rabbimin gücü her şeye yeterdi, elbet bana da bir çıkış yolu gösterecekti. Önce havasız  olan evin camlarını açtım ardından yiyecek bir şeyler olup olmadığına bakınırken çalışır vaziyetteki buzdolabı beni umutlandırdı. Açtığım dolapta babaannemin kuruttuğu meyve, sebze kuruları kavanozlarda ağızları bez ve kapaklarla kapalı dolapta duruyordu. Aynı şekillerde ceviz ve badem de kavanozlarda dolaptaydı. Normalde dolapta saklanmazdı bunlar ama fareler, böcekler, karıncalar dadanmasın diye babaannem kavanozlara doldurup dolaba koyardı döndüğünde. Bağ yeriydi bura faresi, böceği, yılanı, ayısı eksik olmazdı. Neyse ki dedem tüm onarımları yapmıştı bu yıl gelemeyecek olsalarda.

Aldığım tabağa birkaç incir, bir o kadar kayısı, bir avuç badem, bir avuç ceviz içi, bir avuç kuru üzüm, birkaç parça da armut kurusu koyarak tekrar kavanozların kapaklarını sıkıca kapatıp dolaba koyduktan sonra geçip oturdum.

Sessiz sedasız çıt dahi olmayan ıssızlığın içinde tabağımdakileri yemeye başladım. Aslında şu sessizlik ihtiyacım olan şeydi. Haftalardır yaşadığım karmaşa ve sıkıntıları göz önünde bulundurursam doğuma kadar kimse olmasa dahi ben burda tek başıma yaşardım. Keşke bu isteğim gerçek olsa. Ah birde suyum olsa... Su işini bir şekilde çözmem lazımdı. Dolaptakiler bir ay yeterdi bana ama muhakkak suda lazımdı. Ve amcam geri gelmeden önce burdan çıkmanın bir yolunu bulmam gerekiyordu. Camdaki demirlerin araları az daha geniş olsaydı geçebilirdim belki aralarından ama o da mümkün görünmüyordu. Bir diğer sıkıntım Mehmet'ti.  Ne yapmıştı acaba, halledebilmiş miydi başındaki belaları? Onun için dua etmekten başka bir şey gelmiyordu elimden.

MERYEM "Tamamlandı"Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin