Siyah loafer ayakkabılarım, koyu yeşil askeri üniformam, ensemde toplanmış koyu kahve saçlarım ve parmaklarımla sıkı sıkıya tutup kendime bastırdığım üniformamla aynı renk beremle askeriyenin önünde nefesimi tutmuş duruyordum. Omuzlarımı kaldırıp indirecek güçlü bir nefes alıp vererek ileriye doğru kendimi yürümeye zorladım.
Üniformanın ağırlığıyla kasılıyordum. Eteğim dizlerimin altında bitiyor, yaz inceliğindeki siyah çoraplarım bacaklarımı sarıyordu. Beyaz ütülü gömleğimin yakaları ceketimin altından belli belirsiz görünüyordu. Tüm bu nizam kaslarımı adeta sıkıştırıyordu. Halbuki kapıya gelene kadar ne kadar heyecanlı ve gergin olduğumun farkında değildim.
Gri parmaklıklı demir kapıda, elinde tüfekle nöbet tutan askere elimdeki mavi görevli kartını gösterip içeri girdiğimde önümde sonsuz bir bahçe uzanıyor gibiydi. Mezun olduğum üniversitenin kampüsünün bile bu kadar büyük olmadığından emindim.
Yön algım pek iyi olmadığından bu durum gerginliğimi arttırıyordu. Okulda da aynı sorunu yaşardım. Amfiler ve sürekli bir yerlere çıkan koridorların arasında kaybolurdum ancak orada arkadaşlarımın peşine takılıp bir şekilde paçayı kurtarırdım. Buradaysa tamamen yalnızdım.
Yanağıma hafif bir tokat atıp ''Kendine gel artık!'' diye sertçe fısıldadım. Buz gibi rüzgâr tokadın hemen ardından yüzüme vurunca biraz olsun rahatladım, kaslarım gevşedi ve sonunda aldığım derin nefesler işe yaramaya başladı.
Gözümde bu kadar büyüttüğüm, beni korkutan neydi ben de bilmiyordum. İlk işim değildi ama buranın -her şey yolunda giderse- daimî işim olmasını istiyordum. Belki de ilk kez kaçmak gibi bir şeye sığınamayacağım içindi. Bu sefer yaşadığım bir problem karşısında ''sabırlı ol, buradan gideceksin, kalıcı değilsin, farklı hedeflerin var'' diyemeyeceğim içindi. Çünkü burası lise son sınıftan bu yana hedeflediğim yerin ta kendisiydi.
Bu yüzden çok uzun süre mücadele etmiştim. Buradaydım. Ama gerçeğin çıplaklığı hayal dünyasındakini her zaman aratıyordu. Hayal tamamen gerçekleşmiş olsa bile. İstediğim gerçekten bu muydu diye sordurtuyordu insana. Şüpheye düşürüyordu. Sebebinin ilk zamanların zorluğu olduğunu anladığınızda ise artık alışmış oluyordunuz.
İnanılmaz büyük bir alanın ortasına kümeler halinde dörder grupluk binalar dikilmişti. İki grup sağda iki grup soldaydı. Her grupta beş-altı bina var gibi duruyordu ama işin aslı uzaktan pek seçemiyordum. Binaların hepsi pembe, yeşil, mavi gibi renklerin en açık tonlarındaydılar. Giriş kapısından bir ya da bir buçuk kilometre kadar uzakta kalıyorlardı. İki grubu uzun bir yol ayırıyor her birinden gelen başka bir yol da bu ana yolla buluşuyordu. Çok düzenli bir peyzaj hakimdi burada. Çevredeki askerler her işi yapıyor gibiydi. Çim biçme makinesiyle bahçede gezenden tutun, çöpleri boşaltan kişiye kadar tüm işleri kendileri yapıyorlardı. Ancak hepsi oldukça uzağımdaydı. Dolayısıyla gideceğim yeri bulabilmek için rastgele binalardan birine girip bir memur bulma umuduyla gezindim ama burası devlete ait bir kurum olmasına rağmen devlet dairelerine hiç benzemiyordu.
İçerisi de tıpkı dışarısı gibi oldukça nizamiydi aynı zamanda oldukça modern ve minimalistti. Tavanlar yüksek, duvarlar açık renk, fayanslar parlaktı. Göz yormayan, insanı rahatlatan türden. En önemlisi de ortada asık suratlı, orta yaşlı ve kendisini halktan ayrı, üstün gören tek bir memur yoktu. İleri, sağa ve sola doğru genişleyen koridorlardan birinden bir Er bana doğru gelirken ''Pardon?'' diye seslendim hızlı adımlarını yavaşlatmasını sağlayarak. Şapkasından tıraşlı yüzünü pek seçemiyordum. ''Ben Uluslararası Birimi arıyorum.''
''Çok yanlış yerdesiniz.'' dedi nazikçe. ''Orası T Blokta. Dışarı çıkıp sağdan en sondaki binaya gidin. T Blok o binanın arkasındaki camekanlı yer.'' Teşekkür edip dışarı doğru yürürken bir yandan da saatime baktım. On dakikam vardı. Bu süre zarfında alanı bitirip binaya varabileceğimi düşünürken yol gitmekle bitmiyordu. Devasa bir yerdi. Binalara yaklaştıkça mimariyi daha iyi gözlemleyebiliyordum ve anladığım kadarıyla çember olacak şekilde dikilmişlerdi. Hepsi aynı yükseklik ve genişlikteydi. Camekanlı bina diğer binaların arasından güneşin yansımasıyla bana göz kırptığında adımlarımı daha da hızlandırdım ve siyah deri kordonlu saatime tekrar hızlı bir bakış attım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
PAYE
ChickLitKoyu kahve gözlerinin etrafına özenle dizilmiş kirpikleri rüzgârdan nemlenmişti. Dudaklarında yarım yamalak bir tebessümle yumuşak bakışlarını gözlerimden ayırmıyordu. Üstü kabuk tutmuş yaralar taşıyan elleri üniformasının ceplerinde gezindi. Sol gö...