Hava yağmurluydu. Elimde siyah bir şemsiyeyle İstanbul'un uzak ilçelerinden birinde bir askeriyede güneşin doğmasına dakikalar kala gri gökyüzü altında tıpkı dün olduğu gibi bugün de geç kalan Levent Komutanı bekliyordum. Bu adam her gün bir saate yakın geç kalacaksa ben de bu süre zarfını pekâlâ küçük sıcak odamda geçirebilirdim. Ama açıkçası ben şanslı bir insan değildim. Nasıl olsa her gün geç geliyor algısıyla geç gelmeye tenezzül edeceğim gün zamanında geleceği tutabilirdi.
''Prenses Hazretleri şemsiyesiyle gelmiş.'' dedi bir ses. Şemsiyemin altından soluma doğru başımı çevirdim. Levent Komutan ıslanmış bir halde üniformasıyla karşımda duruyordu. Eliyle bana gel işareti yaptı alışmaya başladığım nezaketsizliğiyle. Ona doğru birkaç adım attığımda eğilip şemsiyemin sapından tutup elimden aldı. Bedenim yağmur damlalarıyla ıslanmaya başlamıştı bile.
''Bugün 2'den fazla yaparsın değil mi?'' dedi. Damlalar hızla örgülü saçlarımın arasından, yüzümden aşağı doğru akıyordu. ''Koş.'' dedi düz bir sesle. ''Tempolu.'' Geri geri giderek üşümeye başlamış olmama rağmen kendimi güçlü tutmaya çalışarak içten içe telkinlerde bulunmaya başladım.
Soğuk değil.
Hava ılık.
Üşümüyorum.
Birazdan koşmanın etkisiyle ısınmaya başlarım.
Soğuk değil.
Karnım tok.
Soğuk değil.
Dün gece iyi uyudum.
Soğuk değil.
İlk tur bitmek üzere. Bitmek üzere. Bitiyor. Bitti.
Devam et.
Soğuk değil.
Soğuk değil.
Soğuk değil.
Nefes alışverişim hızlanmaya ve vücudumu ısıtmaya başlamıştı. İkinci turun sonunda baldırlarıma ağrılar saplanıyordu bile. Yağmur yağdığından Levent Komutan gelmeden kendime önceki gün vadettiğim ısınma hareketlerini yapamamıştım. Yanından her geçtiğimde yeni bir sigara yakıyor oluyordu. Askeriyede sigara içmek serbest miydi?
Üçüncü turun sonunda alışmaya başladığımı hissediyordum. Bence bir iki tur daha atabilirdim ama sonrasından hiç emin değildim. Dur demesini temenni ediyordum yalnızca. Beşinci turun ortasında dizlerime yaslanıp soluklanmak gibi bir niyete girişecekken uzaktan iki askerin bana bakarak bizim olduğumuz yerden geçiyor olduklarını gördüm. Birinin Ozan olduğunu fark etmek zor değildi. Levent Komutana selam durup yanından geçerlerken gözleri bana takıldı. Kendimi aynı tempoda devam etmeye zorladım ancak kaslarım acıyla bağırıyorlardı adeta. Vücudumun bu kadar ham olmasına ben de şaşırıyordum. Ozan'lar gözden kaybolurken Levent Komutan insafa gelip çenesiyle durmamı işaret etti. Kollarımı vücuduma sararak terden ve durmaya başlamış sadece çiseleyen yağmurdan sırılsıklam bir halde ayaklarımın altından kaydı kayacak olan asfaltın üzerinde kendimi durmaya zorladım.
''Şınav pozisyonu al.'' Gözlerim fal taşı gibi açıldı.
''Ben şınav çekemem.'' dedim inanamaz bir halde.
''Rica mı ettim?'' dedi çok sakin bir halde. ''Şınav. Pozisyonu. Al.'' Her kelimesinde bana bir adım yaklaşmış tepemde dikiliyordu. Taklidimi yaptığını anlamak zor değildi.
''Ben neden idman yapıyorum?'' diye sordum nazikçe çünkü bu sorunun cevabını gerçekten merak ediyordum.
Bir noktada aslında asker olmadığımı kabul etmesine güveniyordum. ''Soruların, zamanı geldiğinde, hak ettiğinde ha bir de benim canım istediğinde cevap bulacak. Ama,'' Omuzlarını kaldırıp indirerek yapay bir şekilde iç çekti. ''O zaman ne zaman olur? Yalnızca Allah bilir. Şimdi,'' Burnundan nefes aldı. ''Şınav pozisyonu al.'' dedi artık sıkılmış bir sesle. Maximum üç tane çekebileceğimi bildiğim şınav pozisyonunu almak için dizlerimi ıslak zemine koydum. Kendisi de gerisin geri giderek bana uzaktan bakmaya başladı. Ellerimi soğuk zemine yaslayıp pozisyon aldım. Nefes alıp ilk şınavımı çektim. Ağırlığım kollarım için fazlaydı. Kendimi yukarı kaldırmaya zorlayarak bir kez daha denedim. Sonra bir kez daha ve koşmanın etkisiyle ağrıyan vücudum kendini asfalta bıraktı. Başımı kaldırdığımda Levent Komutan bana acınacak halde olduğumun farkında bir şekilde bakıyordu. Şemsiyenin altından gözleri gökyüzüyle aynı renkmiş gibi duruyordu. Eliyle yaptığı kalk işaretine ilk kez hemen ayak uydurdum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
PAYE
ChickLitKoyu kahve gözlerinin etrafına özenle dizilmiş kirpikleri rüzgârdan nemlenmişti. Dudaklarında yarım yamalak bir tebessümle yumuşak bakışlarını gözlerimden ayırmıyordu. Üstü kabuk tutmuş yaralar taşıyan elleri üniformasının ceplerinde gezindi. Sol gö...