Sevilmek. Ne uzak bir duyguydu. Takdir edilmek ise hiç var olmamış gibiydi. Başarı, benim geldiğim ailede bir sorumluluktu. Başarısızlığa her daim bir ceza vardı ancak başarının ödülü ufak bir tebessüm ya da minik bir aferin bile olamazdı. Yıllarca bunu babamın asker oluşuna bağlamıştım. Peki ya annem? Onu neden memnun edemiyordum? Her yaptığımda, okulumda, işimde, özel hayatımda mutlaka memnuniyet duyamayacağı bir şeyler bulurdu. Kafasında benim için tasarladığı o memuriyet hayatı ve Ozan'la evlendiğim dünyanın yakınından bile geçmiyordum. Dolayısıyla yaptığım hiçbir şey onu tatmin edemeyecek gibiydi.
Gecemi gündüzüme katarak bir yandan işe gidip bir yandan sınavlara hazırlanarak ve yüzlerce kişiyi eleyerek girdiğim işimden hoşnut olmadığını biliyordum. Öyle ki çevresinden biri, herhangi bir komşu sorduğunda bile ''Askeriye'de çalışıyor, bilgisayar başında.'' deyip geçiyordu. İnsanlar da zaten asker bir babanın çocuğu olduğumdan beni oraya babamın yerleştirdiğini düşünüp burun kıvırıyorlardı. Kendi çocuğunu özel okullarda her sene binlerce lira para ödeyerek ücretli şekilde okutan komşularımız benim alın terimle girdiğim işimi basit bir torpil kelimesinin altında ezip bana tepeden bakıyorlardı. Kendimi koruyamıyordum ancak bu ilk etapta ailemin sorumluluğu değil miydi?
''Çeyizi de pek yok.'' dedi annem. ''Hoş, senin de hiç çeyizin yok.'' dedi bu sefer de bana doğru. Pazar kahvaltısında yalnızca ikimiz vardık. Abim nişanlısıyla dün yarım kalan düğün alışverişini tamamlamaya gitmişti. Annem alışveriş kelimesi yerine soygun diyordu. ''Kalitesine bakmadan ne nerede en pahalısıysa onu seçtiler.'' Omlete ekmeğimi banıp ağzıma attım. ''Hayır, kendileri de bir şeyler yapmış olsa içim gam yemeyecek. Elimizde avucumuzda ne varsa verdik.'' Çay bardağını sertçe altlığa bıraktı. ''Hanımefendinin çeyizi avuç içi kadar. Bir de o anasını bir görsen... Aldıklarımızı da beğenmiyor.''
''Düğün olacak mı?'' diye sordum masada gözüm yeşil zeytin ararken.
''Olacak inşallah,'' dedi annem.
''Yeşil zeytin var mıydı dolapta?'' dedim elimdeki çatalı siyah olanlardan birine batırırken.
''Yok,'' dedi bir hışımla. ''Elimizde avucumuzda bir şey kaldı sanki.''
''Paran mı yok?'' dedim şaşırarak.
''Yok, tabi...'' Dirseği masada, sandalyeye gelişi güzel oturmuş sadece çay içiyordu. Arada bir ekmek parçasını bitmekte olan yoğurt tabağına banıyordu.
''Vereyim istersen biraz...'' dedim gönülsüzce. Zaten aileme destekte bulunuyordum ancak düğün zamanı daha çok ihtiyaç duyacaklarını da biliyordum. İş hayatı için hala yeni mezun kategorisindeydim. Bu da istediğim rakamları kazanmaya daha var demek oluyordu.
''İyi olur,'' dedi annem. Omuzlarım düştü. Anlaşılan bu düğün süreci beni beklediğimden daha çok etkileyecekti.
''Hesabına yollarım,'' diye karşılık verdim.
Teyzemin annemi aramasıyla sofrayı toplamaya başladım. Ufak tepsiye dizip mutfağa yöneldim. Evi biraz toparlayıp kendime kahve makinesi bakmak için dışarı çıkacaktım. Ardından eve dönüp valizimi kaptığım gibi askeriyeye dönecektim. Özellikle şu düğün sürecinin bir parçası olmak istemiyordum. Ne alındı? Ne kadara alındı? Kaç takside bölündü? Ne kadar altın yapıldı? Tüm bu muhabbetler beni hep gererdi.
Her bütçeye uygun kahve makinesi vardı ancak almışken kaliteli bir şey almak istiyordum ve onlar da benim bütçemi epey aşıyorlardı. Süt haznesinin de olmasını istediğimden fiyat gittikçe katlanıyordu. Son zamanlarda kendim için bir şey almadığımı ve yapmadığımı fark etmiştim. Bu yüzden almaya kararlıydım. AVM'de dükkan dükkan gezmeye devam ettim. Satış elemanlarının aklımı çelmesine izin vermemeye çalıştım. Nihayetinde ufak ama aynı zamanda süt haznesi de olan siyah, parlak renkli bir makine buldum. Ödemeyi kredi kartımdan yapıp taksitlendirdim. Pek sevmediğim bir şeydi ama kış ayları paldır küldür geliyor, beni Silivri'ye hapsedecek gibi duruyordu. Makineyi sağlam bir kutuya koyup poşeti elime verdiklerinde dudaklarımda memnun bir tebessümle dükkândan çıkıp bir kahveciye doğru ilerlemeye başladım. Çekirdek kahve almam gerekecekti. İki kilo bir dahaki gelişime kadar bana yeter de artardı bile. Günde bir iki kupadan fazla içmezdim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
PAYE
Genç Kız EdebiyatıKoyu kahve gözlerinin etrafına özenle dizilmiş kirpikleri rüzgârdan nemlenmişti. Dudaklarında yarım yamalak bir tebessümle yumuşak bakışlarını gözlerimden ayırmıyordu. Üstü kabuk tutmuş yaralar taşıyan elleri üniformasının ceplerinde gezindi. Sol gö...