Hafta içi günlerim antrenmanlarla başlıyor, teorik derslerle devam ediyor ve ofisimde dinleme beklemekle geçiyordu. Gelen dinlemeleri raporlayacak bu doğrultuda herhangi bir aksiyon alınması gerekiyorsa gerekli hava, kara ya da deniz kuvvetleriyle koordinasyon sağlayacaktım. Bunun oldukça nadiren olduğu söylenmişti doğruydu ancak buradaki 4.haftama giriyordum ve henüz böyle bir şeyin gerçekleşmemiş olması beni yine de şaşırtıyordu. Sahada olmak çok ilginçti. Uçaklara dokunabilmek, savaş gemilerini uzaktan da olsa görmek, yan yana dizilmiş tankları izlemek ve yeri geldiğinde her birinin ölümcül bir araç olarak vatanı müdafaa etmek için kullanılabileceğini bilmek...
Geçtiğimiz günlerde koşu alanımı değiştiren ve bu araçlarla dikkatimin dağıldığını gören Levent Komutan'ın da dediği gibi ''Asıl saha burası değil, sen bir de sınırı göreceksin. Havadaki o barut kokusu...'' Barut kokusundan özlemle bahsetmesine oldukça şaşırmıştım. Köyünün kekik kokan dağlarından söz eden bir gurbetçi gibi uzaklara dalmıştı. O esnada omzundaki apoletlere bakmayı akıl etmiştim. 4 tane alt alta dizili apoleti vardı. Yani aslında normalde şu an operasyonda olması gerekiyordu. Peki burada işi neydi? Neredeyse bir aydır buradaydım ve herhangi bir operasyon ya da tatbikat için buradan ayrıldığını görmemiştim. Halbuki bazen gitmesini istiyordum. Bir günümün de güneş doğmadan başlayan bir idmanla değil de yemekhanede kahvaltıyla başlamasını istiyordum.
Son bir ayda eve sadece bir kere gidebilmiştim. Babam yoktu. Abim'in nişan hazırlıklarından annem ne kadar zayıfladığıma dikkat bile edememişti. Kardeşim sınavlarından başını kaldırmamıştı. Ablam evinden kalkıp gelememişti. Feride ailesiyle hafta sonunu Adapazarı'nda yazlıkta geçirecekti. Eve gitmek için seçebileceğim en kötü hafta sonunu seçmiştim. Ayrıca abimin nişan hengamesi dinlenmeme de pek izin vermemişti.
Mağaza ve kitapçı gezip eksiklerimi almış, bir kafede oturup kahve içmiştim. Mağaza görevlilerinden biri ilkokul arkadaşlarımdan biri çıkmış ısrarla hayatımda biri olup olmadığına dair sorular sormuş, hayır cevabıma ikna olmamıştı. İnsanların artık sadece evliliğe dair sorular sorduğu yaşa gelmiştim. Okurken ki kariyer yap, ayaklarının üzerinde dur diyenlerin bile bu konuda okuyup da ne yapacaksın demeye başladıklarına şahitlik eder olmuştum. Sanki daima yalnızca iki seçenek vardı: Okumak ya da evlenmek. Birini seçen diğerine veda etmek ya da ertelemek zorunda kalıyor gibiydi. Bense emin değildim. Bu konuda o kadar çok baskı vardı ki kendi düşüncelerimi duymakta çok zorlanıyordum.
Alışmaya başlamıştım. Hala idman sonrası vücudum ağrıyordu ancak katlanılmayacak ya da beni yataklara düşürecek cinsten değildi. Levent Komutan'la eskisi kadar birbirimizin burnunun dikine gitmiyorduk. Artık üç tane değil yedi tane şınav çekebiliyordum. Onu etkilemese de beni oldukça etkileyen bir gelişmeydi. Ne zaman takılıp düşsem ya da yorulup yavaşlasam parmaklarını burun kemerine götürür, gözlerini kapatıp başını iki yana sallardı. Tıpkı şu an sekizinci şınavı çekebilmek adına kendimi zorlarken asfalta yapıştığımda yaptığı gibi.
''Bir şey sormak istiyorum.'' dedim nefes nefese kalmış bir halde doğrulup bağdaş kurarken. ''Neden idmanlarda yalnızca ben varım?'' Sandalyesine oturup bir sigara yakarken ''Çünkü sen çok özel bir insansın.'' dedi alayla dudaklarından dökülen duman ve yarım yamalak gülüşle. ''Bundan şüphem yok.'' dedim.
Asla sahip olamadığım özgüvene sahipmişim gibi davranmakta üstüme yoktu. Yaptıklarım ve düşüncelerim çoğu zaman o kadar çelişirdi ki, sadece burada değil günlük hayatımda ve bir önceki iş hayatımda da söylemeye cesaret ettiğim bazı şeyler beni bile öyle hazırlıksız yakalardı ki ben bile kendime kızardım. Gurur duyduğum bir yanım değildi, bana daha çok bir koruma içgüdüsü gibi hissettiriyordu.
''Ama gerçekten merak ediyorum.'' diye ısrar ettim.
''Diğer askerlere yedi adet şınavla ayak uyduramadığın için,'' dedi bu sefer de. ''Ha bir de asker olmadığın için.'' Başımı aşağı yukarı salladım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
PAYE
ChickLitKoyu kahve gözlerinin etrafına özenle dizilmiş kirpikleri rüzgârdan nemlenmişti. Dudaklarında yarım yamalak bir tebessümle yumuşak bakışlarını gözlerimden ayırmıyordu. Üstü kabuk tutmuş yaralar taşıyan elleri üniformasının ceplerinde gezindi. Sol gö...