Cumartesi günü yurdun yemekhanesinde kahvaltı yaparken annemi aradım ve bu hafta sonu gelemeyeceğimi, çok yoğun olduğumu söyledim. ''Bitmiyor işlerin.'' derken Ozan meselesinden dolayı bana hala tripliydi. Umursamadım. Kahvaltımı etmeye devam ederken Ceyda ve Nehir de yemekhane sırasından çıkmış boş masalara doğru ilerliyorlardı. El sallayıp kendi masamı işaret ettim. İkisi peş peşe gelip karşıma yan yana oturdular.''Günaydın.'' dedi Ceyda. İkisine de gülümseyerek karşılık verdim. ''Nasıl oldun?'' diye ekledi.
''Daha iyiyim, teşekkür ederim.'' Çatalımı zeytinlerden birine batırdım. ''Dün için de teşekkür ederim bu arada.'' Nehir uzun sarı saçlarını topuz yapıyordu, çok tepkisiz bir kızdı ama ''Lafı bile olmaz.'' diye karşılık verdi yine de.
''Bugün bir işiniz var mı?'' diye sordum aklımda hiç böyle bir şey yokken. Birbirlerine baktılar. Olumsuz anlamda başlarını sallarken Ceyda ''Pek sayılmaz.'' dedi. ''Belki akşam bizim ekip gelir onlarla döneriz ama o zamana kadar boşuz.''
''Bildiğiniz güzel kahve yapan bir yer var mı buralarda?'' diye sordum. ''Size bir kahve ısmarlamak isterim.''
''Yani,'' dedi Nehir. ''Biraz uzak aslında ama benim dışarıya park ettiğim bir kaplumbağam var.''
''Aynen,'' dedi Ceyda. ''İyi olur aslında. Alışveriş de yapardık belki.'' Nehir de gülümsedi alışveriş lafını duyunca. Madden henüz toparlayamamıştım ama yine de kendimi biraz şımartabilirdim. Bugün kendime izin verecektim. Önümde zorlu bir hafta vardı. Hem bu zorlu haftayı atlatmak hem de iznimi hak etmek için bugünü kendime ayırabilirdim. Uzuvlarımın ağrıları henüz dinmemişti. Yürürken, kalkarken hatta çatalı zeytine batırmak için kullandığım biraz fazla güçte bile sızılarını hissedebiliyordum. Ama artık tatlı bir acıya dönüşmeye başlıyordu.
Nehir yeşil kaplumbağasıyla Silivri merkeze doğru sürerken arka koltukta ortada oturmuş dirseklerimi ön koltukların arkasına yaslamıştım. ''İyi bakmışsın arabaya. Hiç eski model gibi durmuyor.''
''Ben değil ya,'' dedi dikiz aynasından bana ufak bir bakış atarken. ''Dedem iyi baktı desek daha yerinde olur. Daha birkaç aydır bende.''
''Ama ne iyi oldu ya!'' dedi Ceyda yolcu koltuğundan. ''Eskiden olsa tıkılıp kalırdık orada.''
''Siz ne sıklıkla geliyorsunuz askeriyeye?''
''Değişiyor.'' dedi Ceyda kısa siyah saçlarının bir tarafını örmeye çalışırken. Örüp örüp açıyordu. ''Bazen her hafta geliyoruz bazen de aylarca uğradığımız olmuyor.''
''Ya,'' dedim üzgün bir sesle. ''Keşke hep buralarda olsanız.''
''Olsak sana ne faydası olacak ki?'' dedi Nehir. ''Ya revirdesin ya asfaltta.''
''Nehir!'' dedi Ceyda koluna uyarır gibi vurarak.
''Sorun yok.'' dedim arkaya doğru yaslanarak. ''Doğru söze ne denir değil mi?''
Bir şey demediler. Ben de demedim, sadece bir ara Ceyda'ya saçlarını örmeyi teklif ettim, çok sevindi. Meğer örüp örüp bozmasının sebebi yapamamasıymış. Bir on dakikalık daha yol gidip ufak bir AVM'ye girdik. Kızlar mağazaları gezip beğendiklerini denerken ben bir de bu ağrılarla kıyafet deneyemeyeceğimi söyledim. Ama Bella Swan gibi kitapçı yolu tutmak gibi bir şey de yapmadım. Onun yerine ortama ayak uydurabilmek için kabinlerin önünde onları bekledim. Giydikleri hakkında olumlu yorumlar yaptım, bazılarını gerçekten yakıştırmasam bile. Onların beğendiği bir şeye benim olumsuz yorum yapmam gereksizdi. Kaldı ki onlar da her halükârda alacaklardı, daha çok öylesine sorar gibiydiler. Cunda için daha önce birkaç parça kıyafet almıştım ama gördüğüm papatya desenli kırmızı minik bir eşarbı çok beğendiğimden aldım. Takıcıya girdik, tamamen farklı zevk ve desenlerde kolye ve küpeler aldık.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
PAYE
ChickLitKoyu kahve gözlerinin etrafına özenle dizilmiş kirpikleri rüzgârdan nemlenmişti. Dudaklarında yarım yamalak bir tebessümle yumuşak bakışlarını gözlerimden ayırmıyordu. Üstü kabuk tutmuş yaralar taşıyan elleri üniformasının ceplerinde gezindi. Sol gö...