demirkazık

185 24 59
                                    


okurken bölüm başında verdiğim yıllara dikkat ederseniz daha rahat edersiniz. bazı bölümler arasında yıllar olacak, hatırlatmak maksadıyla iki bölüm arasındaki vakti yazmaya özen göstereceğim. umarım hoşunuza gider!

üç ay sonra, 1905 temmuzu.

III


almanların ziyareti ve weimar'ın kibar sözleri bir anı olmaya yüz tutmuşken yıldız sarayı rutin hayatına ayak uyduruyordu. demiryolları, ihaleler, borçlar derken yazı yarılamıştılar. umut köşede bir yerde görünmese de insanlar apaçık bir ümitsizlik içinde de değildi. küçük kız mesela, ona sorarsan başkentte yeni şeyler yaşanmıyordu. halkın gırtlağına yapışan çulsuzluğu seziyorsa da bunun bilincinde değildi. aslında bu bilgisizliği de dolaylı olarak babasından kaynaklanıyordu. osmanlı, nefretin ve çöküşün her geçen gün katlanarak arttığının farkında olduğundan iletişim kaynaklarını ayakları üstünde tutuyordu. gazeteler, dergiler; bunların çok azı devlet tarafından fark edilmeyerek muhalif köşe yazılarına devam edebiliyordu.

ve en kötü yanı, onca kısıtlama ve yasaklamanın en kötü yanı, gerçekten de haberlerin doğru olmasıydı. evet, osmanlı iki adımı zar zor atıyor ve sık sık dinlenme ihtiyacı hissediyordu. evet, geri dönülmez yokuşu çoktan geçmişlerdi ve devlet bu vakitten sonra sadece ölümü bekleyebilirdi. ancak bunun çok daha ötesinde, ki gazeteler bunu hiç yazmazdı, bürokrasinin her kademesinde insanın yüreğini parçalayan bir kabulleniş vardı. güçler değil lakin sorumluluklar yaşça ekber olan şehzadenin, istanbul'un, omuzlarına yükleniyordu. bu bir nevi iyi bir nevi kötüydü. iyiydi çünkü osmanlı'nın eline bu saatten sonra hiçbir görev teslim edilmemeliydi, kötüydü çünkü en büyükleri olmasına rağmen istanbul hâlâ daha bir çocuktu; yani, günün sonunda soru devleti hasta adama mı yoksa bir çocuğa mı teslim edelime geliyordu. ki hangi yolu seçmiş olurlarsa olsunlar, şüpheye yer yoktu ki sonları iyi bitmeyecekti.

"sultanım, babanız cuma namazı için saraydan ayrılacak." nine hatun kapı pervazında göründü, "muallim beyin verdiği ödevlerle meşgul olduğunuzu biliyorum ancak konuşmamız gereken konular var."

"konuşmamız gereken konular mı?" diye şaşkın şaşkın sordu küçük kız. kendisine emir dışında bir söz atfedilmez, sual asla sorulmazdı. oysaki bebekliğinden beri ona bakmakla yükümlü olmuş nine hatun şu an karşısında dikiliyor, her zaman ki gibi bıkkın bıkkın bakacağına büyük bir şefkatle küçük kızı izliyordu. kızcağız ne yapacağını bilemeyerek yaşlı kadına baktı.

"hak ettiğin ilgiyi ve şefkati vermekte yoksun kaldığımı biliyorum. ağabeylerinden çok daha zinde, kibar yürekli bir kız çocuğusun sen; eğer ki onların aldığı desteğin yarısını bile alabilseydin hepsinden başarılı olurdun eminim ki." kızcağızın yanına oturdu ve ellerini avcuna aldı, "ancak ben sana bu desteği verebilecek kişi değilim. kaba, yaşlı bir kadınım sadece. seninse bir aileye, sevecen bir babaya ve güzel bir anneye ihtiyacın var. vaktinde o anne olmayı çok denedim, gerçekten! ama her kız, evlat olmayı beceremediği gibi her kadın da anne olmayı beceremez."

nine hatunun gözleri yaşarıyordu. kızcağız nedenini anlayamadı.

"nasihatlerim ve uyarışlarım zaman zaman can sıkıcı da olsa hepsi senin yararınaydı. büyürken yaptığım hatalara gömülmeni istemedim, hâliyle de kocakarı sözlerimle sana kılavuzluk etmeye çabaladım." nadiren yaptığı jestlerden birini yapıp kızın saçlarıyla oynadı, "doğrusu şu ki yakın bir vakitte yanından ayrılıyorum. seneye on iki olacaksın. kızlığın bitecek ve bana ihtiyacın kalmayacak. oysaki benim gibi dul bir kadına bile fazlasıyla küçük geliyor bu yaş. ama ne yapalım, kader denilen nehir sırf sen boğuluyorsun diye akıntısına dur demez. ve ne yazık ki, anadolu'da çocuklar uzun süre çocuk kalmaz."

göç mevsimi || chHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin